Latin Amerika’da ülkeden ülkeye geziyor, aynı slogan: “Fakirlere ekmek yoksa zenginlere huzur yok!” Dün Şili’deydi halkın öfkesi, bugün Kolombiya’da. Pandeminin ardından özellikle gelişmekte olan ülkeler gerçekten dara ve zora düştüler. Bir yandan virüs endişesi, diğer taraftan işsizlik, resmen çapraz ateşe aldı. Ancak ilginç olan fakir, daha da yoksullaşırken, zengin iyiden iyiye serpildi, semirdi, ne varsa kemirdi.

Ya Ar-Ge ya da genelge!

ALPER TURGUT

Dünyanın “üretim” odaklı ülkeleri, çözüm yarattı araştırma geliştirmeyle (Ar-Ge), tüketim çılgını memleketimiz ise artık ne alıp alamayacağımıza yasak koyuyor genelgeyle. Harbiden bir genelge fırtınası var. Dur durak nedir bilmiyor; yurdumuz genelge, genelge yurdumuz oldu, epeydir. Şunu yapamazsın, bunu da yapamazsın, onu hiç yapamazsın. Eee ne edeceğiz öyleyse? Sabit kal, karıştırma, uslu ol, yerinde say, saksıyı çalıştırma, mümkünse görme, duysan da unut! İçkiyi (alkol de nedir kuzum?) stoklayan halkımız; pil, ampul, çay bardağı, sürahi kalem, defter filan da depolasın diyorlar işte. Her şey; sen istifle diye, sonra ah vah etme.

1990’ların o puslu ikliminde; sokak eylemlerinde tartaklanmak, hakarete uğramak, derdest edilmek, günlük rutin gibiydi. Toplumsal olaylarda muhabir olmak, zordu. Gerçekten zordu. Keyfiyet gırla idi. Sürekli bir şiddet dalgası vardı, sonra küfür ve tehdit salvosu, tekinsiz gezen malum Toros’u. Muhalif kimlik ile gazetecilik birleşirse hele, bıçak sırtında yürümekle eşdeğerdi kesinlikle. Tatlı canından edilen nice meslektaşımıza tanıktır, kanlı yakın tarihimiz. Meyilliysen şiddete, dünden hazırsındır nefrete. Gazetecilerin kafasına silah dayamak, fotoğraf makinesi parçalamak, film makaralarına el koymak, salt yakalanma korkusu değildi ‘resmiyet’ halinde. Tepeden tırnağa hınçtı, hınç, illa kapkara ve koyu karanlık!

Yine de meşru olmadıklarını bilirlerdi. Gölgede kalmaya çalışır, saklanmaya didinirlerdi. Yani kabalık ve zorbalık yapan topuklardı, araziye uymaya çabalayarak. Şimdilerde hem suçlu hem de güçlü moda oldu. Kolluk kuvveti, istediği her şeyi yapacak; yasal olmasına bile aldırmayacak, üstüne üstlük bu orantısızlığı belgeleyene de soruşturma açacak. Tam tekmil zeytinyağı! Kamusal alanda özel hayatın gizliliğine sığınmak. Aynasızlar, kıyasıya ve hunharca yurttaşı dövecek, öğrenciyi yerlerde sürükleyecek, ardından bu benim özelim diyecek, şiddetin mahremi olduğunu söyleyecek. Bak ya. Yani ana mesele sansür uygulamak, anayasaya aldırmamak değil. Pes!

Sevgili arkadaşlar; bu erk kanadının gelgit hali, sizce de ziyadesiyle yorucu değil mi? Mısır ülkesinden, iç politikaya memnuniyetle malzeme taşırken, lanet darbeciler ve katil Sisi derken (kaldı ki cunta, zaten en kötü ve zalim şeydir), mezhep kartıyla yeni bir şeyler denerken, bir anda 180 derecelik dönüşle, aaa canım dostum, nerelerdeydin yahu özlemişim, kıymetini bilmemişim tavrına bürünürseniz hem dahiliye hem de hariciyede hayli gülünç bir duruma düşersiniz, bilesiniz. Elbette dün dündür, bugün bugündür, adı konulmamış bir Türkiye siyaset geleneğidir. Sürekli milletin hislerine oynayıp, sonra devlet aygıtında duyguların yeri olamaz demenin bir karşılığı bulunmadığını düşünüyorsanız, aldanırsınız. Mısır’ın yetkilileri; sıralı talepleriyle, yurttaşlar da verecekleri reylerle bunu gösterecek, besbelli.

Dışişleri bakanınca zikredilen "Turistin görebileceği herkesi mayıs sonuna kadar aşılayacağız” cümlesi, mavra furyası başlatsa dahi sol memenin altındaki cevahiri incitmiş olsa gerek. Halden anlayan aşkına. Bu nasıl bir eziklik halidir? İkincil tespitidir, üzülmek netice değildir. Resmen öfke duymak gerekir. Son dönemde tereddüt bile etmeden örseliyorlar, silkeliyorlar, mantığın alamayacağı, duyguların kaldıramayacağı işler ediyorlar. Ya umarsız bir boş vermişlik ile veyahut bile isteye. Sabrımızla oynuyorlar, bizi boyuna sınıyorlar, yok artık demekten çoktan bıktırdılar, oysa. Aşın yoksa turist de yaklaşırsa kazara, hop görünmez olmalısın. Su akar iz bırakır, turist gelir döviz bırakır mottosuyla senelerdir kafamızı ütüleyenler, artık yok hükmünde olmamızı buyuruyorlar.

Askerdeyken başkentte; ilk sıradan tanık olmuştum, görünmezlik ritüeline. Etimesgut Zırhlı Birlikler Tümeni’ne kuvvet komutanı geliyor diye; sektirmeden paniğe kapılanlar, büyük uğraş ve çabayla binlerce acemi askeri sakladılar. Tepenin ardına, tankların yanına, çamaşırhanelere, hamamlara, boş buldukları her yere. Yüzükoyun, sırtüstü, çömelerek, istif ederek, işte her türlü. Sivil aklım, delikanlıların o hezeyan ve heyecan haline şaşırsa da askerde mantık olmazdı, bu da ispatıydı. Hah! Bu arada omzu kalabalık komutanın; pışt, nerede benim askerlerim, er ve erbaşlar nerede diye sual etmeyip, insansız ortamı denetler gibi yapması; içerikten yoksun, şekil disiplinine vurgun ordunun son mecali gibiydi, kuşkusuz. Turistlerin tamamı generalimiz, biz ise acemi askeriz memleketimizde, kıssadan hisse.

Yurtdışına kaçan çetecinin, video çekip sosyal medyada adalet araması kadar tuhaflıklar yaşanıyor. Bin operasyon yaptık diyen ve asla üstüne gidilmeyen devletin gediklisi için, masum ahali savcıları göreve çağırıyor. Muhaliflere “Oluk oluk kanlarınızı akıtacağız ve akan kanlarınızla duş alacağız” derken hukuka güveniyordun. Eh! Hesap çoktan dönmüş bile. Al sana hak! İnanılmaz maaşlarla işe başlatılan tanıdıklar, yolsuzluk iddialarına açılmayan soruşturmalar, yargılanmayacağına itimat edince; inadına göze batma dozunu aşanlar, yardaklık ettikçe palazlananlar, batan geminin son malları gibi. Üşüşen üşüşene. Durmayan, durdurulamayan bir açlık. Tek kelimeyle doyumsuzluk. Oysa insanlarımız artık dayanamıyor, çaresiz kalıp intihar ediyor, gün geçtikçe tutunamayanların sayısı artıyor. Açlıkla, yoksullukla, yoksunlukla mücadele eden milyonlar dururken; vicdanı sızlamıyorsa insanın, utanmıyorsa insanlığından, biz her melaneti ve laneti, zaten hak ettik demektir.

Latin Amerika’da ülkeden ülkeye geziyor, aynı slogan: “Fakirlere ekmek yoksa zenginlere huzur yok!” Dün Şili’deydi halkın öfkesi, bugün Kolombiya’da. Pandeminin ardından özellikle gelişmekte olan ülkeler gerçekten dara ve zora düştüler. Bir yandan virüs endişesi, diğer taraftan işsizlik, resmen çapraz ateşe aldı. Ancak ilginç olan fakir, daha da yoksullaşırken, zengin iyiden iyiye serpildi, semirdi, ne varsa kemirdi. Asla yetmedi, asla. Salt Güney Amerika değil, tüm dünyanın geleceğini de bu hadsiz uçurum ve sonsuz haksızlıklar belirleyecek, demedi demeyin.