Bir ülkenin toplumsal ve ekonomik refah düzeyinin gelişmişliği o ülkenin eğitim politikası ile doğrudan bağlantılıdır. Bir ülkenin eğitim politikası, bilimsel, demokratik, laik, çoğulcu ve kamucu yaklaşıma kapalıysa, o ülkede toplumsal gelişimden bahsetmek mümkün değildir. Bugün ülkemizde toplumsal mutsuzluk, huzursuzluk, işsizlik, yoksulluk, ekonomik, sosyal ve siyasal kriz artıyorsa, gericilik hortlamışsa, sorgulanması gereken eğitim politikasıdır. Ülkemizde eğitim […]

Bir ülkenin toplumsal ve ekonomik refah düzeyinin gelişmişliği o ülkenin eğitim politikası ile doğrudan bağlantılıdır.

Bir ülkenin eğitim politikası, bilimsel, demokratik, laik, çoğulcu ve kamucu yaklaşıma kapalıysa, o ülkede toplumsal gelişimden bahsetmek mümkün değildir.

Bugün ülkemizde toplumsal mutsuzluk, huzursuzluk, işsizlik, yoksulluk, ekonomik, sosyal ve siyasal kriz artıyorsa, gericilik hortlamışsa, sorgulanması gereken eğitim politikasıdır.

Ülkemizde eğitim politikası, bir iktidar ideolojisi olarak siyasal islamcılığın sürdürülmesine, siyasal islamcı iktidarın kalıcılaştırılmasına ve bu iktidara uygun ardıllarının yetiştirilmesine hizmet ediyor. Bunun için de eğitim sistemi, müfredatları dinselleştiriyor ve okullaları imam hatipleştiriyor.

İnsan ile kul arasındaki fark; insan üreten bir varlık iken, kul üretmeden egemen olanların her emrine uyandır. İnsan yerine kul yetiştirmek, bu nedenle ideolojiktir. Üreten değil, uy(uy)an nesiller makbul sayılıyor. AKP tam da bu nedenle kendi ideolojik hedefi için dini ve eğitim hakkını istismar ediyor. AİHM kararı ile hukuka ayrıkı görülen din dersleri ile çocuklara zorla din/mezhep dayatıyor.

Bu tür eğitim yoluyla cehaletin toplumsallaştırılması ise ancak baskıcı, otoriter ve tek adama dayalı iktidar modellerinin kalıcalaştırmasına hizmet ediyor. Aklın, bilimin değil, dogmaların ve tapınakların yolunu gösteren eğtim nedeniyle, Ortadoğu ülkelerindeki iktidar modelleri değişmiyor.

Cehaletin toplumsallaşması, halkın çoğunluğuna fakirlik, azınlık zümresine ise o ülkenin hem zenginliğini hem de krallık hakkını verir. Tam da bu nedenle cehalet ile demokratik olmayan iktidarlar arasında, kopmaz ve vazgeçilmez bir ilişki vardır. İkisi de birbirini besler.

Anooshirvan Miandji boşuna “Mesele cahillerin çokluğu değil, sorun yeni cahillerin oluşması için hummalı çalışma yapanlardır” demiyor.

Yani bir ülkede yeni cahillerin oluşmasının sağlandığı yer okullardır. O ülkenin eğitim politikasıdır. Eğitimin dinselleştirilmesinin, din, vicdan, inanç ve düşünce özgürlüğü ya da insanların dinini öğrenme hakkı ile uzaktan yakından ilişkisi yoktur.

Tek gayeleri cehaletin toplumsallaştırılması, akıl ve hak temelli sorgulama yetisini kaybetmiş, müritleşmiş, iktidarlara biat eden nesillerin toplumsallaştırılmasıdır.

İnsanı insan yapan en önemli değer onun bilme, öğrenme ve sorgulama hakkıdır. Eğitim ya insanın aklı ile ilgilenir, onun eleştirel düşünme, sorgulama ve üretme hakkına saygı duyar ya da onun aklının yerine cehaleti örgütler. Çünkü insanı düştüğü karanlık kuyulardan çıkaracak olan onun aklı ve bilme gücüdür.

Cehaletin toplumsallaşmasını vaaz edenler, aklın dogmalara ve hurafelere teslim olmasını istiyor. Aklın yaratıcı gücü ve kahramanlığından korkanlar, aklın filizlenmesini cehaletin tırpanıyla budamak istiyorlar.

Okullara kütüphane ve AR-GE birimleri yerine ibadethane açılmasını zorunlu kılıyorlar.

Devlet eliyle çocuklara mezhepçi değerler, dini kültür, dini yaşam tarzı, dini ahlak ve dini tarih dayatıyorlar. Oysa din ve inanç devlet eliyle pazarlanacak ve zorunlu din eğitimiyle çocukların beynine ve dünyası sokulacak bir görev olamaz.

Öyleyse şimdi akıl ve bilgi ile buluşmak için, insanın kendi geleceğini tayin edecek olan eleştirel düşünme, sorgulama, aklı ve bilme hakkına saygı duymalı.

Platon boşuna “Bilgisizlik neden kötüdür?” diye sormamış.

Sonra da dönüp “ Cahil kişi güzellikten, iyilikten, akıldan yoksunken; hepsini kendisine toplamış sanır da ondan…” dememiş.

Cevap aramamız gereken soru şudur; cehaleti tercih edip karanlığı mı, yoksa eleştirel düşünceyi ve sorgulayan aklın bilimsel, laik, demokratik, katılımcı ve kamucu eğitim yolu ile aydınlığı mı beslemeliyiz?