Hibrit… Yani melez… Yani demokrasiyle otokrasi arasında bir yerlerde... Türkiye, uzun yıllar bu iki ucun arasında, ama adım adım otokrasiye doğru ilerleyerek yol aldı. Ve artık, küresel listelerde adını, kimilerinin (Türkiye özelinde) DE FACTO FAŞİZMİ diye tercüme ettiği OTOKRASİ kategorisine yazdırdı.
Tek adam rejiminden söz ettiğimizi söylemeye gerek yok. Bunun, tek adam etrafında kümelenenler tarafından açıkça dile getirildiğini hatırlatmaya da gerek yok. Her şey herkesin malumu! Burayı geçtik!

De Facto, yani “fiili” faşizm… Yani, anayasasına ve yasalarına göre demokratik görünümlü, ancak uygulamada faşizmin tüm özelliğini taşıyan bir sistemden söz ediyoruz.

Gözlerimizi bu gerçeğe kapatıp, “mış gibi” yapmaya devam edemeyiz artık.

Bu tarihi kavşakta önemli olan, rejimin niteliği / karakteri ve buna dair tartışmalar değil. Başta muhalefet olmak üzere, ülkenin bunun ne anlama geldiğini kavraması... Ve “ne yapması gerektiğini” daha da geç olmadan konuşmaya başlaması…

***


Geçtiğimiz günlerde başlatılan kampanya ile, eşcinsellerin, feministlerin, evlilik dışı ilişki yaşayanların hedef alınması şaşırtıcı olmamalı. Faşizan rejimlerde çember, çeperlerden başlayarak sıkılmaya başlanır. Azınlıklar, bir bakıma toplumun çoğunluğu tarafından “dışlananlar” işe koyulmak için en kolay hedeftir.
Topluma, getirilen ağır yasakların / cezaların / yaptırımların “onlar yüzünden ve onlar için” olduğu söylenir.

Çeperlerden içeri doğru ilerlenirken de yeni düşmanlar ve yeni hedeflerle yol alınır.

“Hep öyle değil miydi” diyeceksiniz! Değildi.

Evet, aydınlar hep hedefti. Gazetecilerin yolu hep cezaevine düşüyordu. Muhalifler hep şeytanlaştırılıyordu.

AMA ARTIK YENİ BİR YOLA GİRDİK. Düne kadar, dosta düşmana / yurda dünyaya “azıcık demokrasi” fotoğrafı vermek için “KATLANDIKLARININ” sonuna geldiler.

Sorumlu muhalefeti takdir ediyorlar-mış...

Hakaret etmeden eleştiren medyaya lafları yok-muş…

Eşcinsellerin haklarını (bizzat Erdoğan’ın ifadesiyle) yasal güvence altına alacaklar-mış…

“Açız” diyen Roman’a “geber” demeyecek kadar yaratılanı yaradandan ötürü seviyorlar-mış...

Gibi gibi yapmıyorlar, yapmayacaklar.

Zira, faşizm monolitik bir ideolojidir. TEKTİP üzerine kuruludur. Ve o tektip, Reis’in ilkelerine göre biçimlenmektedir.

Üstelik, bu ideoloji, KUTSAL... Yani, zaten tartışılamaz / eleştirilemez / üstüne söz söylenemez bir inanç sistemi ile besleniyorsa her pürüz törpülenir, yok edilir.
Yani, sınırlı demokrasilerde ya da kısaca “baskıcı” diye kategorize edeceğimiz rejimlerde hoş görülenler, böyle bir rejimde hor görülür. Varlıklarına izin verilmez.
O nedenle başlıkta “ya benimsin ya da toprağı” dedim.

Faşizm, itaat ister. Boyun eğilmesini emreder. Hizadan çıkanı, karşı koyanı yaşatmaz.

***

Birkaç yıl öncesinde medyaya açık baskı dönemi başladığında “sıra Halk Tv’ye gelir mi” diye soranlara hep aynı yanıt verilirdi: “Ülkede demokrasi varmış görüntüsü vermek için Halk TV gibi kimi kuruluşlara dokunmazlar.”

Bugün aynı şeyi söyleyebiliyor muyuz?

RTÜK’ün bahanelerden bahane üretip Medya Mahallesi’ne 5 gün yayın durdurma artı para cezası gibi ağır bir yaptırım getirmesi tesadüf mü sizce?
“Başınıza geldi diye işi abartmayın” diyenler olacaktır.

Barışlar’ın sadece ve sadece haber yüzünden cezaevine atılıp 19 yılla yargılanacak olmaları…

Osman Kavala’nın tutuklulukta bir rekora koşup 915 günü geride bırakması…

Diyanet İşleri Başkanı’nı eleştirmekten öteye gitmeyen Ankara Baro Başkanı’nın uğradığı saldırılar...

Ve daha nice vaka! Onlar da mı bir şey anlatmıyor!!

***

Şimdilik tablonun küçük birer parçası gibi görünüyor belki. Oysa Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu’nun ve Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’in vardıkları son nokta, büyük resmi anlatıyor. Her ikisi de son tartışmada Diyanet’e sahip çıkıyor. Neredeyse hazırola geçip, “Diyanet’e saldırtmayız” diye ayrımcı politikayı, nefret söylemini besliyor.

Neden?

Çünkü faşizm, kendisinden olmayana tahammül etmez. Ve her kurumun, her bireyin bunu “beyan etmesini” ister.

Otokraside kimse gölgede durma, sesini çıkarmadan suya sabuna dokunmadan yaşayıp gitme şansına sahip değildir. Ya öne çıkıp alkışlayacak, taraf olacaksınız, ya da bertaraf edileceksiniz!

Bugün itibariyle, Türkiye’de olduğu gibi.

Büyük kentlerin her köşesinde... Anadolu’nun her ilçesi, her köyünde “birileri” listeler yapıyor. Çetele tutuyor. Merkeze raporlar yolluyor. “Kim kimdir, Reis’in yanında mıdır değil midir, şu ya da bu yolla derdest edilmesi vacip sayılır mı sayılmaz mı” Saray’ın görüş ve emirlerine arz ediyor!

***


Eğer arkanızda ekonomik, siyasi ve askeri güç varsa.. Elinizde de, size bu gücü kullanma hakkını veriyor diye iddia ettiğiniz bir “kitap” tutuyorsanız...

Dolar 7 lirayı geçti… İşsizlik sel gibi... Korona günlerinde maskeyi bile beceremediler... Ve daha yüzlerce gerekçe ile bu iktidarın gidici olduğunu zannetmeyin.

Artık söz konusu olan “iktidar” falan değil zaten. YEPYENİ BİR REJİM. Ondan yana değilseniz, sizi kara toprağa gömmeye hazır bir sistem.

“Ne yapmalı” derseniz... DEMEYİN!

Bilenler nasılsa biliyor. Bilmek istemeyenlere de ne kadar anlatılsa boş!