İnsanlığın biricik yurdu olan gezegenimiz ve onun sakinleri ağır bir tehdit altındadır. Gerçekte onlar hiç de sakin insanlara benzemiyorlar. Öyle olmadıkları anlaşıldığında gazla, sopayla, darbelerle, tarikat cuntalarıyla, terörle yolları kesiliyor, en temel hakları ellerinden alınıyor. Peki, kim bu insanlar? Şili’de, Lübnan’da, Venezuela’da, İran’da, Fransa’da ve bizim sokaklarımızda, meydanlarımızda dans ederek isyan edenler; “artık yeter” diye iş bırakanlar; “yere batsın sizin santralleriniz madenleriniz” diyenler kim? Dillerini öğrenmelerine yasak konanlar kim?

Bir aydın hastalığının, ego şişkinliğinin kurbanı olarak başka birilerinden söz eder gibi anlattığımız bu insanlar bizler değil miyiz?

***

“Özgür ama güvensiz, korku dolu bir hayat vadeden demokrat dev Behamoth yerine, Leviathan’a boyun eğ, özgürlüğü unut ama huzur içinde yaşa” diyen Hobbes’un monarşisi de güdük demokrasisi de iflas etti. Günümüzün “Leviathan canavarı” ise yalnızca Avrupa semalarında değil, dünyanın bütün kıtalarında dolaşan “Heyula” ile karşı karşıya geldiğinde çileden çıkıyor, yüzyıllık anti-komünizm depreşiyor.

***

Zorbalıktan medet uman kapitalizm ayaklarının altındaki toprağın sarsılmaya başladığını hissettiğinde bütün maharetini gösterecek, bin dereden su getirecek ama HES’lerin kuruttuğu derelerde su bulamıyor. Önündeki uçurumun farkında değil; içi boş bir özgüvenle “siz tarih boyunca yitirenlersiniz, şimdi de yitireceksiniz; denemeleriniz hep boşa çıkmadı mı, hayal kırıklığı yaratmadı mı?” diye üst perdeden konuşuyor.

Gerçekte iflas eden odur.

***

Çare değil ama ömrünü uzatmanın yolu olarak yalnızca, evet yalnızca zorbalık kaldı ellerinde. Şimdi eski kitapları karıştırmaları, içi boş iktidar teorilerinin hala işe yarayacağı umuduyla çareyi “kaçınılmaz savaşta ve monarşide” bulan Hobbes’un, “istisna olağanüstü halin sürekliliğidir” diyen Schmitt’in peşine düşmeleri aslında acınacak durumda olduklarını gösteriyor. Ama yeteneklerini egemenlerin hizmetine sunmuş filozof ve hukukçunun avadanlığından işe yarar bir şey çıkmıyor. İşçi sınıfının üstünü çizerek sivil toplum derdine düşen yeni enteller ise yalnızca düş kırıklığı. Ne yapacaklar öyleyse?

***

Bu sorunun yanıtını onlar değil, biz vereceğiz. Dünyanın insan gibi yaşamayı hak eden sakinlerinin yani bizim vereceğimiz yanıtlar çözecek sorunu. Peki biz bu nedensellik ilkesiyle güçlenen, koşullar oluştuğu için de yenilgiyi “yasaklayan” tarihi görevi yerine getirebilecek miyiz? Bulunduğumuz her yerde, en küçük birimden kentlere, ülkelere kıtalara kadar birlikte olmayı becerebilecek miyiz?

***

Kendi ülkemizden başlayalım öyleyse; hayatın zenginliği ile daha da zenginleşen, canlı, tüm zamanların en iyi yol göstereni olan teorimizle, tüm dünyada geçerli o tek aşamanın sosyalizmin teorisiyle yürüyebiliriz. Neyimiz varsa, ne kadar örgütümüz, partimiz, derneğimiz, sorunlarımız için oluşturduğumuz girişimlerimizle, hep birlikte olmanın yolunu bulacağız. Bulamazsak, yanıt vermekte geç kalırsak, karanlık bir dünyada, eski çağların karanlığını aratacak bir karanlıkta yaşamaya mahkum insanlar, gündüzün körleri, gecenin uyurgezerleri olacağız.

***

Ülkemiz de gezegenimiz de, kapitalizmi tarihin dışına sürebilirsek kurtulacak. Peki neden bekliyoruz öyleyse; aşılmaz dağlar mı var aramızda. Tek bir cümle, yan yana durmamızı, hedefe kilitlenmemizi zorunlu kılmıyor mu?

O sihirli cümle, “kurtulmak yok tek başına ya hep beraber ya hiç birimiz” değil mi?