“Türkiye Cumhurbaşkanı IŞİD’in eksiksiz ve tam bir destekçisi.”
Gazeteci Seymour Hersh, Sultanahmet saldırısından üç hafta önce katıldığı Alex Jones Show’da bunları söyledi. (Kaldı ki aradaki ticari ve siyasi bağlar uzun süredir tüm dünyanın malumu.)
O zaman IŞİD kendini ‘tamamıyla, eksiksiz’ şekilde destekleyen bir devlete neden saldırdı?
Peki, IŞİD devlete mi saldırdı?
Ya da saldıran IŞİD miydi?
Ve her intihar saldırısının ardından aynı soru: Fail IŞİD ise eylemi neden üstlenmedi?
“İslam Devleti’nin başarısındaki en önemli faktörlerden biri, medyatik organları ve özellikle de kendisini Al-Furqan olarak adlandıran - internet üzerinden yayın yapan - iletişim birimidir… İslam Devleti’nin lüks dergisi Dabiq, anadillerinin İngilizce olduğu son derece bariz redaksiyon servisiyle, yetenekli reklam tasarımcılarını seferber ediyor… İslam Devleti’nin iletişim politikası, işlenen cinayetlerin kurnaz bir şekilde sahnelenmesi ile anlaşılmaz gizemlerin, özellikle de evrensel vaazlarla yerel meseleler - İslam Devleti’nin işine gelseler bile - arasındaki bağlantının koparıldığı sansasyonel reklamcılığın rafine bir karışımına dayanıyor.”
Pierre-Jean Luizard, IŞİD Tuzağı kitabında, örgütün propagandayla ilişkisini böyle anlatılıyor.
Propagandayı, hatta reklamı neredeyse savaşın önünde tutan bir örgütün, bunca ‘emek harcadığı’ saldırıları üstlenmemesinin sebebiyle ilgili çeşitli spekülasyonlar var. Örgütün Türkiye ile ‘arasını bozmak istemediği’ bunlardan biri. Ancak eğer durum böyleyse saldırıyı yapmaması daha mantıklı olmaz mıydı?
IŞİD’in bu saldırıları halihazırda savaştığı Kürtlere yönelik yaptığı da iddialar arasındaydı, Sultanahmet saldırısına dek.
Saldırıyı bir örgüt sempatizanının gerçekleştirdiği de öne sürüldü ancak intihar saldırısını gerçekleştirmek için gereken istihbarat, lojistik ve ‘malzemeyi’ bakkaldan alamayacağına ve bunun için bir ‘ağa’ dahil olması gerektiğine göre, bu iddianın gerçek olması daha da düşük bir ihtimal.
Aksini düşündüğümüzde, Ankara ya da Sultanahmet’teki intihar saldırılarını IŞİD’in yaptığını söylemek için elimizde iki ‘delil’ var: Birincisi olağan şüpheli olması, ikincisi hükümetin açıklamaları.
Yani, elimizde güvenilir bir delil yok.
Devletin IŞİD’le ya da bu saldırılarla ilgili tutumu da malumunuz: “Bizimkiler ölmüyor, o zaman kendileri yapmıştır.”
Mesela Dilek Doğan’ın öldürülmesiyle ilgili olay tutanağında Ankara Katliamı’ndan bahsediliyor ve ‘IŞİD’in adı bile geçmiyor. Daha da tuhafı polisler o pek sevdikleri ‘terör saldırısı’, ‘terör örgütü’ kelimelerini de kullanmıyorlar. Tutanakta Ankara Katliamı’yla ilgili kullanılan tek söz, ‘canlı bomba saldırısı’.
Henüz Sultanahmet’teki intihar bombacısının kimliği bile belirsiz. Gazetelerimiz bir isim ortaya attı ama Almanya İçişleri Bakanı, ortada dolaşan bilgilerin ‘bombacının’ kendi beyanı olduğunu (buna güvenilemeyeceğini), dolayısıyla saldırganın kimliğinin henüz kesin olarak belirlenemediğini açıkladı. (Suruç’ta da saldırganın sahte olmayan kimlik kartıyla bombalı saldırı düzenlemeye gitmesi pek mantıklı değildi.)
Ortada saldırganların belli olmadığı, Türkiye’ye nasıl girdiklerinin saptanamadığı ve en önemlisi bombayı ve düzeneği nasıl temin ettiklerini bilmediğimiz intihar saldırıları var. (Oysaki fail, çoğunlukla kullandığı mühimmatın kaynağı tespit edilerek bulunur.)
Kesin bilgilerin olmadığı ortamda da yüzlerce haber ve iddia dolaşıyor. Kaynak: Emniyet!
Elimizdeki verileri birleştirdiğimizde, sorularımızın cevabının hiç de ‘basit’ olmadığını görüyoruz.