AKP’nin kuralsız dövüş yöntemlerine rağmen, seçimleri yitirdiğini varsayalım. Devlete bu ölçüde yerleşmiş ve hızlandırılmış bir dincileştirme programında hayli yol almış bir siyasal oluşumun, vantuzlarını devletin sivil ve askeri kurumlarından hemen geri çekip tüm alanı boş bırakacağını sanmak safdillik olacaktır.

Ya seçimleri muhalefet kazanırsa?

OĞUZ OYAN

2002’den bu yana altı kez genel seçim, iki kez doğrudan cumhurbaşkanı seçimi, dört kez de yerel seçim yapıldı. Altı genel seçimden dördünde AKP Meclis çoğunluğunu tek başına kazandı. Haziran 2015’te bu çoğunluğu kaybetti. Kasım 2015’te zorlama yöntemlerle yeniden kazandı. AKP’nin Meclis çoğunluğuna ulaşamadığı ikinci seçim sonucu 2018’de ortaya çıktı ama 2016 sonrasında MHP yedeğe alındığı ve cumhurbaşkanı seçimlerinin gerektirdiği seçim ittifakları devreye girmiş olduğu için Meclis çoğunluğu Cumhur İttifakı’nda kaldı.

Burada referandumları saymadık ama Nisan 2017 referandumunun da ancak seçim kurallarının oy sayımı aşamasında değiştirilerek “kazanılabildiği” unutulmamalı. Aslında, “AKP Haziran 2015’ten sonra bir seçimi hakkıyla kazanamadı” denilebilir. Bundan sonraki seçimler için de bu sürecin değişmeyeceği, hatta AKP’nin seçmen tabanındaki aşınmanın daha da hızlanacağı öngörülebilir. Muhalefetin büyük bir “sabır” ve (tuzağa düşmeme, provokasyona gelmeme gerekçeleriyle sığındığı) eylemsizlikle beklediği tam da budur.

AKP BLOKU DİRENECEKTİR

Ancak sıradan bir iktidar türü olmayan AKP rejimi, iktidarı yitirmeyi göze alamaz. Seçimlerden hâlâ birinci parti olarak çıkacağına güvenerek, lehine çalışacak seçim düzenlemeleri yapmaya şimdiden yönelmiştir. Seçim sisteminde yapılacak değişikliklerle daraltılmış (bir seçim çevresinden en çok 5 milletvekilinin seçilmesi) veya dar bölge (her seçim çevresinden bir milletvekili) sistemleri üzerinde çalışmaktadır. Dar bölge sistemi, en büyük parti ile bölgesel düzlemde kök salmış partilere (mevcut siyasi tabloya göre AKP ve HDP’ye) avantaj sağlar. HDP, Batı illerinde milletvekili kayıplarına uğrasa da Güneydoğu ve Doğu Anadolu’da kazançlı çıkar. Seçim çevrelerini istediği gibi ayarlama olanağına sahip olsa da, AKP iktidarı bunu engelleyemez; bu durum hem kendisi hem ortağı MHP açısından kolayca sineye çekilemez. Üstelik, dar bölge sisteminde seçilen milletvekilleri, belirli bir dar bölgenin tek siyasi temsilcisi olmak bakımından parti genel başkanlarından görece bağımsızlaşırlar. AKP gibi aşırı vurgulu lider partilerinin böyle bir olasılığı kabullenmeleri zordur. Kaldı ki, adaylık çekişmelerinin daha kırıcı bir biçim alması da endişe kaynağı olabilir.

Daraltılmış bölge sisteminde de seçim çevreleri iktidar blokunun planlarına göre şekillendirilir. Ancak AKP bundan kazançlı çıkarken MHP’nin temsilci kaybetmesi engellenemez. Bu durum, iktidar bloku içinde bu konuda uzlaşmanın o kadar kolay olmayabileceğini gösterir. Dolayısıyla, seçim sistemiyle oynama düşüncesi henüz belirsizdir.


Siyasi Partiler Kanunu’nda yapılacak değişiklikle milletvekili transferlerine ve seçim ittifaklarına sınırlamalar getirilmesi sanki daha büyük olasılıktır. Ancak burada da sorunlar vardır: Seçimlerden sonra oluşacak parlamentoda AKP’nin kendisi de bu tür transferlere ihtiyaç duyabilecek konuma gelebilir. Bu durumda, transferleri sadece seçimler öncesinde sınırlamak gibi daha fırsatçı bir yöntem benimseyebilir.

AKP’nin, kuralsız dövüş (veya İngilizce tabiriyle “sokak dövüşçüsü”) yöntemlerine rağmen, seçimleri yitirdiğini varsayalım. Peki, hangi seçimleri?
Birinci durumda, RTE Cumhurbaşkanlığını kazanır ama başını çektiği Cumhur İttifakı Meclis çoğunluğunu yitirir: Yürütmenin başındaki Cumhurbaşkanı, aşınmış olsa da gücü elinde tutmaya çalışacak, Meclis çoğunluğunu kendisiyle uzlaşma mecburiyetinde bırakmak isteyecektir. Kaldı ki yeni Meclis “çoğunluğu” türdeş olmayan yapıda olacaktır. Eğer “Millet İttifakı” Meclis’te çoğunluğu ancak HDP ile birlikte sağlayabiliyorsa -ki beklenen budur- Meclis’te hâlâ en kalabalık grubu kurması muhtemel olan AKP’ye geniş bir oyun alanı açılıyor demektir. Cumhur İttifakı, Meclis’te temsil edilecek sağ partileri (veya onların milletvekillerini) yanına çekme stratejilerini devreye sokabilecektir.

Şu da düşünülebilir: AKP bloku, Meclis çoğunluğunu yitirse bile, Cumhurbaşkanı ile birlikte tüm yürütmeyi yani bakanları ve bürokrasiyi, bu arada yüksek yargıyı belirleyen güç olmaya devam edecektir. Bu durumda yeni Meclis çoğunluğunun tek işlevi yasa tekliflerini hazırlamak olacaktır ama yürütmeye hükmetmeksizin burada da hem teknik hem de uygulama sorunları olacaktır. Ayrıca en önemli yasama faaliyeti olan bütçe yasası teklifini hazırlamak artık Cumhurbaşkanı’nın yetkisindedir. Üstelik, Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri (CBK) rakip düzenleme araçları olarak daha fazla devreye girmeye başlayabilir.

Ama bu son iddia, ancak yeni Meclis çoğunluğunun yasama haklarını lehine çevirme becerisini gösterememesi durumunda geçerli olacaktır. Anayasa’ya (m. 104/17) göre, "Kanunda açıkça düzenlenen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz.” Dolayısıyla, yeni Meclis çoğunluğu kendi arasındaki uzlaşmazlıkları erteleyebilir ve yasama dersine iyi çalışırsa, Cumhurbaşkanı'na CBK çıkaracak fazla alan bırakmayabilir, önceden CBK çıkarılmış alanları da kanun düzenlemesi yaparak yeniden düzenleyebilir. Dolayısıyla, salt Meclis çoğunluğunun elde edilmesi bile, doğru kullanılırsa, bugünkü muhalefet partilerine geniş bir etki alanı yaratabilecek, Cumhurbaşkanı'nın yasama yetkilerini de kısabilecektir.

İkinci durumda, iktidar bloku Meclis çoğunluğu yanında Cumhurbaşkanlığı'nı da yitirir. Bu çifte hezimet daha net bir iktidar transferi anlamına gelir; ama AKP’nin bunu itirazsız kabullenmesi şaşırtıcı olur. Seçim sonuçlarına itirazlar üzerinden nereye kadar gidilir sorusu bizi spekülatif bir alana taşır; bunun üzerinde durmayacağız. Ama çeşitli olasılıklara kapı aralayabileceğini, kendi iç koalisyonundaki paylaşım kavgasının bile bir FETÖ’cü askeri darbe girişimine yol açtığını, dolayısıyla böyle bir sabıka sicilini sırtında taşıyan bir iktidar türünden söz ettiğimizi not etmekle yetinelim.

Daha ılımlı bir geçiş senaryosunda, yani seçim sonuçlarının fazla sorun çıkarmadan kabullenilmesi durumunda bile, AKP blokunun (ittifak hâlâ sürebiliyorsa) Meclis düzlemindeki hareket alanı tamamen tükenmeyebilir, karşı bloktaki çatlakları genişletebilir. Ama elbette kendi dağılma süreciyle başetmeyi becerebilirse...

Öte yandan, bugünkü muhalefet içinden, muhtemelen CHP saflarından seçilecek bir cumhurbaşkanının, yetkilerinin azaltılmasına ne ölçüde razı olacağı, parlamento içinde kendisiyle birlikte hareket eden bir grup oluştururarak Meclis’i kendi güdümünde tutmaya yeltenip yeltenmeyeceği, kendisini aday gösteren partinin genel başkanıyla liderlik mücadelesine girip girmeyeceği, Anayasa’yı değiştirme çoğunluğunun sağlanıp sağlanamayacağı (sağlanamazsa zaten mecburen beş yıl daha mevcut yönetim sistemi sürer) gibi sorular da hesaba katılması gereken olasılıklardandır.

ya-secimleri-muhalefet-kazanirsa-746772-1.
Olasılıklar üzerinde gezinen ve aslında belirli bir ümitsizlik aşılama potansiyeli olan bu yazıyı niye yazdık? Hayallere kapılmadan gerçekçi siyaset zemini içinden yeni çıkış yollarının da tartışılabilmesini sağlayabilmek için. 20 yıllık AKP yapılanmasının tek bir seçimle yıkılabileceğini hayal eden politik tutumları sorgulayabilmek için.


TEK BİR SEÇİM ZAFERİ

Devlete bu ölçüde yerleşmiş ve hızlandırılmış bir dincileştirme programında hayli yol almış bir siyasal oluşumun, vantuzlarını devletin sivil ve askeri kurumlarından hemen geri çekip tüm alanı boş bırakacağını sanmak safdillik olacaktır. Bu kurumlara hâkim zevatın geçmiş dönemin sorumluluklarını üstlenmemek adına hızla renk değiştirenleri yanında, direnen kesimleri de olacaktır.

Her durumda yeni Meclis çoğunluğunun karışık siyasi bileşimde, geçmişe dönük olarak hukuki, siyasi ve iktisadi suçların hesabını sormak oldukça güç olacaktır. Hem yeni çoğunluğun parçalı yapısı (içinde belki önceki dönemin sabıkalarını taşıyanların varlığı) hem de anamuhalefetin uzlaşmacı karakteri ve ılımlı bir geçişten yana olabilecek tavrı, AKP dönemi sorumlularının “kendilerinden hesap sorulma kaygılarını” önemli ölçüde hafifletebilecektir. Yeni Meclis çoğunluğu, eğer cumhurbaşkanlığını da almışsa, “geçmişe takılıp kalmak” yerine parçalı yapısının elverdiği ölçüde geleceğe dönük projelerini yürürlüğe koymaya ve 20 yıllık bir AKP hegemonyasından sonra kendini bir an önce seçmene ispatlamaya hevesli olacaktır. (Yeni seçimlerin 2022’den daha öteye kalması mümkün gözükmüyor; çünkü mevcut Cumhurbaşkanı'nın bir defa daha aday olabilmesi için “Cumhurbaşkanı'nın ikinci döneminde Meclis tarafından seçimlerin yenilenmesine karar verilmesi” gerekiyor.)

Yeni çoğunluğun önünde iki temel mesele bulunacaktır: Birincisi, yapısal kriz tohumlarını bünyesinden atamamış bir ekonomi ve özellikle işsizlik sorunu; ikincisi, 2017 referandumu ile getirilen Cumhurbaşkanlığı Yönetim Sistemini (CYS) dönüştürme vaadi. İkincisinin bir Anayasa değişikliği yapılmadan gerçekleşebilmesi mümkün değildir. Başka deyişle, olası bir duble seçim zaferinin bir Anayasa referandumu ile pekiştirilmesi gerekecektir.

Ancak Anayasa değişikliği denildiğinde iki güçlük belirir: Nicel açıdan, Meclis’te en az beşte üç çoğunluğu (360 oyu) yakalamak gerekir. Ki bu çoğunluk, Anayasa değişikliğinin referanduma götürülebilmesi için gereken asgari çoğunluktur. Meclis Başkanı'nın yeni iktidar kanadından çıktığı ve onun oy kullanamadığı göz önüne alınırsa, HDP dahil 361 milletvekilinin garanti edilmesi gerekir. Verilecek asgari fireler -ki parçalı yapıda daha fazla olur- dikkate alınırsa, 370’e yakın bir milletvekili grubunun Meclis’e taşınabilmiş ve Anayasa değişikliğine ikna edilebilmiş olması gerekir. Anayasa değişikliğinin referanduma gitmeden Meclis bünyesinde değiştirilebilmesi içinse Meclis üye tam sayısının en az üçte ikisinin kabulü (400 oy) gerekir, ki bu durumda bile Cumhurbaşkanı'nın bu değişikliği halkoylamasına sunma yetkisi bulunur.

ETNİK PARLAMENTO GARABETİ
Nicel sorunlar aşılabilse dahi yeni Anayasa'nın niteliği üzerinde anlaşabilmek o kadar kolay olmayabilir. Değişiklikler sadece parlamenter sisteme dönüşle sınırlı tutulabilirse fazla güçlük çıkmayabilir. Fakat eğer HDP, kapsamlı taleplerini ertelese dahi, kendi tabanının asgari taleplerini öne sürüp en azından “vatandaşlığı” tanımlayan 66. Maddede bir değişiklik isterse, bu kadarının bile işi çıkmaza sokması beklenebilir. Aslında bugünkü CHP yönetiminin ve muhtemelen “Gelecek” partisinin bunu fazla sorun etmesi beklenmeyebilir. Nitekim Gelecek Partisi, programında, “Kürtlerin demokratik vatandaşlık anlayışı temelinde bu ülkenin eşit vatandaşları” olduklarını vurguluyor. Bu vurgu, esnek ve kullanıma açık görünüyor; ama Davutoğlu’nun geçenlerde telaffuz ettiği “etnik parlamento” garabetinin ne 142 sayfalık parti programında izi vardır, ne de herhalde parti yönetimince desteklenmesi mümkündür. Davutoğlu’nun hâlâ, Osmanlı’dan tevarüs edilen etnik mirası, kendisinin Ortadoğu’da izlemekten vazgeçmeyeceği anlaşılan yeni-Osmanlıcı politikalarına malzeme yapma sevdasında olduğu görülmektedir. Ama dünyada emperyalist böl-yönet projelerinin laboratuvarı olan Lübnan (ve ABD işgali sonrasında kısmen Irak) dışında, üniter olsun federatif olsun hiçbir kapitalist devlette (ne ABD’de ne Almanya’da ne İspanya’da vs.) uygulanmayan bir “etnik parlamento” tuhaflığının “yeni parlamentoda” bugünün koşullarında tartışılan bir konu olması beklenmez.

Öte yandan, devletin tüm kurumlarının angaje edildiği neoliberal politikalar üzerinde görüş birliği sağlanmasında bir sorun yaşanacak gibi görünmüyor.

Örneğin, Ali Babacan’ın RTE ile ayrı düştükleri ilk konu olarak 2010’da getirmek istediği “Mali Kural” yasa taslağının son anda RTE tarafından engellenmesini göstermesine, muhalefet partilerinden herhangi bir eleştiri gelmedi. “Mali Kural” denilince, kamu harcama ve borçlanmasının sıkı kurallara (adeta bir “ekonomik anayasaya”, bir tür Maastricht kriterlerine) bağlanmış olduğu, (esnekliği azaltılmış) bir maliye politikası yaklaşımı anlaşılmalı. IMF, OECD, AB gibi halen neoliberal düzenleme rejiminin bekçisi olan uluslararası kuruluş ve birliklerin benimsediği bu tür kurallar, neoliberal rejimin dışına çıkma iddiasındaki toplumcu siyasal hareketlere baştan set çekme özelliği taşır. Başka açıdan bakılırsa, on yıl önceki RTE-Babacan anlaşmazlığında haklı taraf bize göre Babacan değildir. Ama RTE’nin bu konuda sindirilmiş bir görüşü olduğu da pek kuşkuludur. Nitekim damadı henüz yeni bakan olduğu dönemde “Gerekirse mali kural uygulanır” (13.08.2018) demecini vermiş ve sonrasında da IMF uzantısı McKinsey&Company ile birlikte hazırladığı Yeni Ekonomi Programı’nı (Eylül 2018) açıklamıştı.

SONUÇ

Olasılıklar üzerinde gezinen ve aslında belirli bir ümitsizlik aşılama potansiyeli olan bu yazıyı niye yazdık? Hayallere kapılmadan gerçekçi siyaset zemini içinden yeni çıkış yollarının da tartışılabilmesini sağlayabilmek için. 20 yıllık AKP yapılanmasının tek bir seçimle yıkılabileceğini hayal eden politik tutumları sorgulayabilmek için. Salt “seçimci” (elektoralist) ve edilgen yaklaşımı aşan daha geniş spektrumlu muhalefet anlayışları üzerinde düşünebilmek için. Hem parti yöneticilerinin hem de seçmenin buna ihtiyacı olduğunu düşünüyoruz.