Aslında geçen haftalarda Türkiye’nin tamamı için verilmiş olan kararın özeti, Ethem Sarısülük cinayet davasında Aksaray 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nin polis Ahmet Şahbaz’ı akladığı kararda yer aldı. Mahkeme kısaca ve fakat kesinlikle ‘baskıya karşı direnme hakkı’nı ütopik bir kavram olarak gördüğünü, böyle bir hakkın olmadığını ilan etti…

Baskıya karşı direnmek ütopikmiş, öyle mi?

Peki yaşama hakkı?! Artık yaşam tarzı hakkını filan da geride bıraktırdılar, ama yaşama hakkından, yaşamak arzusundan kimi vazgeçirebilirler?

Gelinen nokta ölmek ile yaşamak arasında bir tercih olamaz ki…

Bir yanda sadece kendilerinin hükümranlığı için “Yaşasın ölüm” diyenler var. Sadece kendileri yaşasın diye ‘Türkiye şehidine ağlıyor’ haberlerini manşetlerden indirmeyen, ölümü ve öldürmeyi seçenek olarak sunan nekrofiller/ölü-seviciler, “bize karşı çıkarsanız öldürürüz” diyorlar.

“Yaşasın ölüm” demek insanlık dışı bir haldir ve insani olan da “Yaşasın yaşamak” diyebilmektir. Yaşasın yaşamak ve yaşatmak!

Yaşamayı tercih edenlerin hayatta kalabilmek için ‘yaşamaktan’ başka çareleri yoktur. Yaşamak, şimdi, “Yaşasın ölüm” diyenlere direnmektir.

‘Direnmek’ bir ajitasyon olmaktan çoktan çıktı.

‘Direnmek’ şimdi düpedüz hayata devam edebilmektir.

Peki, nasıl ve kiminle direnmek? “Direniyorum” deyince direniş olmayacağını ve fakat “direniyoruz” deyince direniş olacağını bilerek…

“Direniyoruz” diyebilmekse, birleşmektir.

‘Birleşmek’ artık ajitasyon olmaktan çıktı, çıkmalı…

Her şey bir yana karşımızda birleşik bir güç var… AKP-MHP koalisyonuyla, tarikatlarıyla Saray bahçesinde birleştiler.

Birleşebilmek için mesela şöyle derdik: Herkes kendi sandalyesinde kendi dosyasıyla ortak bir masa etrafında toplansın, ortak noktalar tespit edilip harekete geçilsin…

Şimdi masa etrafında toplanmaya bile vakit yok… Şimdi sokakta selam verdiğimizin, aynı mahallede yaşadıklarımızın, aynı işyerinde çalıştıklarımızın, aynı okulda derse girdiklerimizin, yani tek kaygıları yaşamaya devam etmek olanların ‘yaşama hakkından vazgeçmemeleri’ tek maddelik ortak programdır. Bu haktan vazgeçmeyenlerin bir araya gelebilmesi, birleşik örgütlenmedir…

Yaşamak elbette nefes alıp vermek, bir şeyler yiyebilmekten ibaret değilse eğer… Yaşama imkânlarına sahip çıkabilmek, onları almalarına izin vermemektir.

Bu hakkımızı onlar kabul etmiyor. Ama biz kullanacağız ve kullanmalıyız.

Eğer köşeye sıkışmış kedinin bile üzerinize sıçradığı bir dünyada, bir kedi kadar sıçrama yapamazsak, belki de o zaman yaşamayı hak etmiyoruzdur!

Biliyorsunuz, bu hakkı kullanmak için ilk adımlar atıldı. Birleşik Haziran Hareketi böyle bir yola koyuldu.

Öyleyse ‘şimdi’ Haziran’a gelin. Beğenmezseniz daha iyisini yapın. Yoksa ‘hiç’-bir şey yapamayabilirsiniz.

Peki, ama Haziran’ın neyini beğenmiyorsunuz? Laiklik kavramının yaşamak ile özdeşleştiğini görmüyor musunuz? IŞİD gibi TAK’a da karşı değil misiniz? Ezilenden, emekten yana değil misiniz? Kadınların dövülmesine, doğanın yok edilmesine, emperyalizmle aynı yatağa girmeye, diktaya karşı değil misiniz? Laiklik yani yaşamak istemiyor musunuz? Dayanışma kötü müdür?

Tamam, kabul; bu yazının başlığı aşırı kaçmış olabilir, ‘hiç’ denildiğinde yarın için hiç umut kalmadığı, yarın hiçbir şey yapılamayacağı anlamına gelebilir. Elbette hiçbir zaman ‘hiç’ diye bir şey olmaz ve her zaman bir şeyler yapılabilir. Ama ‘hiç’ sınırına gelmeyi kabullenmektir ‘hemen şimdi’ hiçbir şey yapamamak…

Bir şeyler yapmalı ve o ‘şey’ bir araya gelmektir, yaşamaya devam edebilmek için.

Şimdi bir araya gelişlerle elbette başkanlık yoluna da taş konulabilir, ama bir araya gelişimiz sadece başkanlık rejimine geçişi durdurmak için değil, başkanlık rejimine geçseler bile o koşullarda da hayatta kalabilmenin imkânlarını ‘hemen şimdi’ yaratabilmek içindir.

Görmüyor musunuz, bu imkânlar her geçen gün daha fazla gasp ediliyor.

“Birleşelim” çağrısını kanıksamayalım. Yaşama hakkımızdan vazgeçmeyelim.