Berardi, “Açıkça görülüyor ki, Rosa’nın ‘Ya sosyalizm ya barbarlık’ kehaneti gerçekleşti. Ya sosyalizm ya savaş, ya sosyalizm ya çevrenin tahribatı ve yaygın umutsuzluk” diyor.

Ya sosyalizm ya barbarlık!
Devletler salgında yurttaşların ücretsiz maskeye erişimini sağlayamamıştı.

Ulaş Bager Aldemir

Tükenme noktasına gelse de iki seneyi aşkın bir zamandır Covid-19’la yaşıyoruz. Yaşadığımız bu salgın sürecinde kapitalist düzenin gerçek yüzüyle tekrar karşılaştık. Tüm dünyada hüküm süren piyasacı anlayış insanları kaderlerine terk etti. İnsanlar, piyasalaştırılan sağlık sisteminde, sağlığa erişemez hale getirildi, kapanmalarda gıdaya erişemedi, kapitalist düzen insanlara dolaylı olarak “Ne haliniz varsa görün” dedi. Yoksulluk felakete sürükleyecek hızla arttı. Milyarderlerin hayatlarında en ufak kısıtlanma olmazken çocuklar okullarından mahrum edildi, dünyanın büyük bir kısmı aşıya erişemezken, Batı ülkeleri aşı stokladı. Sonu gelmeyen pandemi toplumlarda kalıcı etkiler, insanlarda onulmaz hasarlar bıraktı ve hâlâ da sürüyor. İtalyan Marksist Düşünür Franco Bifo Berardi ile bu süreci, alınması gereken dersleri ve Marksist hareketi konuştuk.

Avrupalı entelektüeller bir süredir pandemiyi tartışıyor. En çok da İtalyan düşünür Giorgio Agamben’in yazıp çizdikleri gündeme geldi. Agamben, 17 Mart 2020’de yayımlanan Chiarimenti adlı yazısında “Hayatta kalmaktan başka ahlâkî değeri olmayan bir toplum nedir?” diye sordu. Siz, bu süreci; bilim, doğa, insansızlaşma ve kapitalizm gibi bağlamları da dikkate alarak, nasıl değerlendiriyorsunuz?
2020 baharındaki karantinanın başlarında Agamben’in makalelerini okurken iki taraflı bir reaksiyon verdim. Bir taraftan, “Evet haklı, sağlık tedbirlerinin, karantinanın ve yaygın sosyal mesafenin totaliter etkilerini öngörüyor” dedim.

Diğer taraftan, bu tedbirlerin arkasında bir politik iradenin değil, rasyonel bir projenin olduğunu düşünüyordum. Egemen sınıf ve hükümetler, gezegenin yeni kralıyla yüzleşmekte aciz kalıyordu: Kaos.

Virüs, özü itibariyle bu kaosun bir tedarikçisi konumundaydı; toplumsal makinenin işlevini durduracak güce sahipti, meselenin görünmeyen ve her yerde hazır ve nazır olan bir somutlaşmasıydı. Soru şuydu: Kaosla nasıl başa çıkacağız? Kaosa karşı savaş açanlar yenileceklerdi…

Uyuşturucuya karşı savaş, uyuşturucu bağımlılığında ve ticaretinde inanılmaz bir artışa yol açmıştı. Terörle mücadele, iç savaşların gezegenin her yerine yayılmasına, Irak’ın ve Afganistan’ın feci şekilde yıkımına ve ardından da Batı’nın yenilgisine neden olmuştu.

Aslında sorun şudur: Yüzyıllardır Rationalisierung (rasyonalizasyon) tarafından biçimlendirilen Batılı düşünce, kaosla başa çıkmakta yetersizdir ve paranoyak yollarla tepki verir (Amerikan savaşları, beyaz milliyetçiliğinin dünya çapındaki gelişimi, faşizmin yeniden gün yüzüne çıkması…).

Virüs, beyazların dünyadaki tahakkümünün nihai çöküşünü tetiklemiştir ve ihtiyarlayan beyaz kültür, panikle reaksiyon vermektedir.

Franco Bifo BerardiFranco Bifo Berardi

15 Ocak 1919’da Alman Komünist Hareketi’nin öncü isimlerinden Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht, freikorps birlikleri tarafından katledildiler. Rosa’nın o çok popülerleşen ama çarpıcılığından hiçbir şey kaybetmeyen “Ya sosyalizm ya barbarlık” düsturu sizce ne ifade ediyor? 21. yüzyılda eşitlikçi bir dünya hayal etmek hâlâ mümkün mü?
Açıkça görülüyor ki, Rosa’nın kehaneti gerçekleşti. Ya sosyalizm ya savaş, çevrenin tahribatı ve yaygın umutsuzluk…

Şimdi bir eşiğe geliyoruz. Karantinadan, psiko-deflasyondan (psikolojik çöküş), sosyal mesafeden, korkunun aşılanmasından sonra, toplumsal öznelliğin nasıl gelişeceğini tahmin etmek çok zor.

Toplumun uygar biçiminin çözülme dönemine giriyor olabiliriz. Fakat psiko-deflasyon başka bir yöne de evirilebilir.

Son günlerde Büyük İstifa’dan (Great Resignation) söz ediliyor. Dört buçuk milyon Amerikan işçi, işlerinden ayrıldı ve pandeminin zirve yaptığı dönemden sonra da işlerine dönmediler. Peki neden? Üstelik dünyanın diğer yerlerinde de gençler artık ekonomi yarışının koşucusu olmaya, çalışma disiplininin kurallarını kabullenmeye, tüketmeye ve üremeye hevesli görünmüyor.

Psiko-deflasyonun uzun vadeli etkisi, modern beklentilerin geniş çaplı olarak terk edilmesi; şehrin, çalışmanın ve tüketimin zorunlu terki; küresel ağa bağlı olan ya da olmayan ve kendine yeten otonom topluluk gruplarının yaratılması olabilir.

21. yüzyılın bu noktasında eşitlikçi bir olasılığın mümkün olup olmadığını sorarsanız; bilmiyorum ama sadece üç prensibin gelecek on yıllarda iyi bir yaşam olasılığını kurtarabileceğini düşünüyorum. Biri kapitalizmin soyut dinamiğinin terki, yani yararlılığa odaklanmak. İkincisi tutumluluk, yani duyusallığın işlevselliğe karşı öncelenmesi. Üçüncüsü ise eşitlik, yani rekabetin reddi.

Çeviren: Kerim Can Kara