ABD Başkanı Donald Trump’ın çevre düzenlemeleri dosyasını yere atışı, yönetiminin; ‘son yönetimin’ büyük tehlikesinin altını çiziyor. İnsan kaynaklı iklim değişikliğinin ve savaşın sosyal ve çevresel sonuçlarına karşı umursamazlık çarpıcı

Ya sosyalizm  ya yok oluş

Vıjay Prashad
Çeviri: Ömür Şahin Keyif


Barselona’nın göbeğinde, Antoni Gaudi (1852-1926) tarafından tasarlanmış ve hâlâ bitmemiş olan bir kilise vardır; bir 20. yüzyıl şaheseri. Gaudi’nin La Sagrada Familia (Kutsal aile) kilisesi için yaptığı heykellerden biri Son Akşam Yemeği’ni resmeder. İsa, Yehuda’nın yanında oturur. Ona doğru yönelmiştir ancak birkaç derece açıyla inananların (turistlerin) gözlerinin içine bakar. “Sen de bana ihanet ettin” der Yehuda’ya. Fakat bunu söylerken, yorgun kilise ziyaretçilerine ve turistlere bakmaktadır. İhanet bir şey, suç ortaklığı başka şey. Kötü bir şey yapmamış olabilirsiniz, fakat kötülüğe karşı hiçbir şey yapmamak da bir o kadar kötü değil mi?

Yüz yıl önce, Alman komünist Rosa Luxemburg (1871-1919) dünyaya keskin bir seçenek sundu; ya sosyalizm ya barbarlık. Üçüncü bir yol yok, dedi. Eğer insanlar toplumları sosyalizmin, yani toplumsal menfaatlerin prensipleri etrafında örgütlemezlerse hızla barbarlık ateşine düşeceğiz. Aklındaki savaş ve doğanın yıkımıydı. Luxemburg, bu uyarıyı yaptıktan birkaç yıl sonra vahşice öldürüldü, cansız bedeni Landwehr Kanalı’na atıldı. Lüxemburg’un formülü belki de yeterli değildi. Belki de tek seçeneğimiz barbarlık değil. Bizim seçeneğimiz daha keskin; sosyalizm ya da yok oluş.

ABD, Hiroşima ve Nagazaki’ye nükleer bomba attığında, Soğuk Savaş’ın en kötü günlerinde, Karşılıklı Garantili İmha’nın (MAD) gerçek bir tehdit olduğu dönemdeki his buydu. Bilim insanları büyük bir nükleer savaş sonrası dünyada yaşanabilecekleri “nükleer kış” diye adlandırdı. ‘Nükleer kıtlık’, tarımı kalıcı şekilde altüst eder, çok sayıda ölüm gerçekleşir, iklim çarpıcı şekilde değişir. Böyle bir durumda insan türünün yok oluşa yaklaşmasının mümkün olduğu düşünülüyor.

Bu satırları yazarken ben, bir Amerikan B-52’sinin, 31 bin fitte, KC-135 yakıt ikmal jetiyle çarpıştığı Palomares (İspanya) adlı küçük balıkçı kasabasından uzakta değilim. B-52 parçalara ayrılmış ve dört hidrojen bombasından üçü bu küçük kasabanın yakınlarına düşmüştü. Bir nükleer patlama gerçekleşmemesine rağmen bölgede büyük bir kirlenme yaşandı. Bütün bunlar 1966’da meydana geldi. Ancak bugün hâlâ, sudan tuhaf deformasyonlar taşıyan salyangozlar çıkıyor.

Bu bölgede en son 20 yıl önce bulundum. Yanımda, Jonathan Schell’in 1982’de yazdığı The Fate of the Earth (Yeryüzünün kaderi) kitabı vardı. Nükleer savaşın sonuçlarıyla ilgili en güçlü kitaplardan biri. Kitapta Hiroşima ve Nagazaki’de atom bombalarının patlaması sonrası hayatta kalanların - hibakusha - açıklamaları yer alıyor. Anılardan birinde korkunç bir ses var, derisi tamamen yüzülmüş olduğu için pembeye dönmüş bir at, dört nala koşup kişniyor. Torako Hironaka, hatırladıklarını listeliyor: 1-Yanmış iş kıyafetleri 5-Çıplak bir kadın 6-‘Aptal Amerika’ diye bağıran çıplak kızlar 10-Karpuz tarlası 12-Ölü kediler, domuzlar ve insanlarla bir yeryüzü cehennemi.

ABD Başkanı Donald Trump’ın çevre düzenlemeleri dosyasını yere atışı, yönetiminin; ‘son yönetimin’ büyük tehlikesinin altını çiziyor. İnsan kaynaklı iklim değişikliğinin ve savaşın sosyal ve çevresel sonuçlarına karşı umursamazlık çarpıcı. Elbette Trump’ın yaptığı, kendisinden önceki dünya liderlerinin iklim felaketi ve kitle imha silahlarıyla ilgili endişelendiği bir geçmişle bağlarını kesmek değil. Aksine burada bir süreklilik hakim. Fakat Trump, iğneyi daha hızlı döndürüyor; çok daha kötü bir mizaçla, liberal iki yüzlülüğe meyletmek istemeyerek, kıyamet saatinin yelkovanına hız vermeye can atarak… Paris ya da Kyoto anlaşmalarının iklim değişikliğini durdurmak için yeterli olduğunu söylemiyoruz. Çok hafif ve gezegeni yok ederek para kazanan şirketlere dost anlaşmalardı. Fakat en azından bu anlaşmalar, hükümetleri insan davranışının, ismiyle söylersek endüstriyel kapitalizmin, doğanın yok edilişini hızlandırdığını kabul etmeye zorladı. Şimdi, Trump’ın Enerji Bakanı Rick Perry, açıkça karbon dioksit emisyonlarının iklim değişikliğinin ana nedeni olmadığını söylüyor. Perry, endüstriyel kapitalizmin üzerindeki sorumluluğu alarak, iklim değişikliğinden ‘okyanus suları’nı sorumlu tutuyor.

ya-sosyalizm-ya-yok-olus-309692-1.

Bu sırada, Avrasya’nın iki ucunda, Trump dünya ölçeğinde savaşlara doğru yaklaştı. Trump ABD ordusuna, Suriye’nin batısında IŞİD’e karşı savaşan Suriye ve İran’ın askeri varlığının peşine düşme emri verdi. Rusya, bu hava sahasında görülecek herhangi bir ABD uçağının ‘hedef’ olacağı konusunda ABD’yi uyardı. İran Suriye’nin doğusuna doğru balistik füzeler attı. Bu İsrail’e ve Suudi Arabistan’a İran füzelerinin menzili içinde oldukları mesajını iletti. Daha önce caydırıcı olarak görülenler, son yönetim döneminde provakasyon olabilir. Trump’ın Körfez krizine pervasızca girişi, Katar ve Türkiye’ye karşı Suudi Arabistan ve BAE’yi desteklemesi, modern ABD diplomasisinde ustalık anlamına gelmiyor. Bu savaşın oradan başka lokasyonlara sıçrayabileceği - Doğu Avrupa ve Kuzey Afrika gibi - gerçeğiyle kimse ilgilenmiyor.

Daha da ürpertici olan Trump’ın bu hafta attığı tweet’ti. “Başkan Xi ve Çin’in Kuzey Kore’yle ilgili yardımlarını takdir ettiğini” söyledi ve ekledi: “İşe yaramadı. En azından Çin’in denediğini biliyorum!” Peki şimdi ne olacak? ABD Kuzey Kore’ye karşı bir savaşa mı hazırlanıyor? Güney Kore ve ABD, Kuzey Kore yakınlarındaki askeri faaliyetlerini artırdı - hepsi saldırıya uğramaktan çok korkan bir hükümete karşı provakasyon. Bu hafta bir Kuzey Kore İHA’sı Güney Kore hava sahasına sürüklendiğinde, Güney Kore’nin daha az askeri kafalı yeni hükümeti bile ufukta bir savaşın olduğunu söyledi. ‘Küçük’ bir karşılıklı nükleer bombardıman Kore Yarımadası için mi yoksa Doğu Asya’nın geneli için mi tasarlanıyor?

Son yönetimin hızlı provakasyonu içinde, İklim felaketi ile yok oluş savaşlarının ortasındayız. ABD’nin gezegenimizi yok oluşa sürükleyen planını durdurmak için ne yapıyorsun?