Kültür sanat konuşmayı bırakmamalıyız. Grunge müziğin önemli ismi Chris Cornell’in intiharı ve müziği hakkında da konuşmalıyız

Yağmuru yıkayan pislikler

TUĞÇE MADAYANTİ
@madayantii

Seattle’da 90’ların başında başlayan ve kısa zamanda dünyaya yayılan grunge (pislik) müzik 90’ların sonunda ekonomi biraz nefes aldığında, sahne sıcaklığını ve net bir ideolojisi olmadığı için de sahnesini kaybetti. Dönemin öfkeli gençlerine bir süre ilaç gibi gelen bu müzikle ilgili daha geniş bir bakış açısı edinmek için Singles (92), Clerks (94) filmlerini ve Hype! (93) belgeselini izleyebilirsiniz. Ayrıca 90’lar Amerikan gençliğinin uğraştığı sorunları ve ruh halini anlamak için ise Philadephia, Wayne’s World, Boyz N The Hood, Thelma & Louise filmleri iyi bir tablo çizecektir.

Ben grunge’ım demek için

Grunge’ın en büyük ismi Kurt Cobain’in intihar haberi geldiği sene 94’te gençliğinin zirvesinde olanlar, benim gibi sarsılmışlardır. Bu hafta grunge’ın diğer önemli ismi Chris Cornell’in intihar haberi ise hepimizi bir kez daha üzdü. Bugünün gençlerinin de bu üzüntüye dahil olarak ‘ben grunge’ım’ paylaşımları beni şaşırttı ve grunge jenerasyonuna objektif bir gözle bakmamı sağladı. Son derece Amerikan olan bu müzik aslında bize uzaktır. Kuzeybatı Amerika hippiliği ve blues/rock temelli sert bir müziği olan bu akıma sosyolojik ve tarihsel olarak dahil olmadan onu anlamamız çok mümkün değil. O yüzden ‘ben grunge’ım’ demek için kişinin Amerika ile ama özellikle Seattle’la kökten bir bağlantısının olmalı gerekli.

Kültürel agresyon

Seattle’ı anlamak için bu şehrin büyüme ve müziğinin zenginleşme hikâyesini bilmeli; bunun için de Jim Crow sonrası (1876-1960) endüstriyelleşen Amerika’nın siyahi iş gücünü kuzey şehirlerine davet edişini ve siyah göçü alan kuzey/kuzeybatı şehirlerini iyi tanımamız gerekir. O kadar geriye gitmeden grunge’ın nasıl doğduğunu ise ancak şöyle anlatabilirim. 1980’lerin ortasında hardcore (hardcore punk) ve metal müzik sahneleri arasında tansiyon yükselmiş, fanatikler arasında sokaklarda, partilerde sürekli şiddetli kavgalar yaşanmaktaydı. Bu gittikçe büyüyen kültürel agresyon Gorilla Gardens konser salonunun açılması ile son buldu ve bu mekân grunge sahnesinin doğum yeri oldu. İki farklı sahne bölümü olan bu konser salonunda aynı gece metal ve hardcore gruplar sahne almaya başladı ve böylece iki müzik türünün dinleyicileri birbirlerinin sahnesini takip edip birbirleriyle kaynaşmış oldular. Bu kaynaşma sonrasında da grunge müzik doğmuş oldu.

Öfkeli ve depresif gençler

Kısacası yirmi beş yıl önce ironik bir şekilde geleceğin müziği olarak lanse edilen grunge aslında gayet yerel ve zaten var olan metal ile hardcore punk müzik sahnelerinin evliliğinden ortaya çıkan devşirme bir müziktir. Toplumu çürümüş olarak tarif eden ve onu reddeden punk felsefesinin talep ettiği anarşiden uzak duran ama rifflerini kullanan bezmiş bir öfke içindeki grunge fazlasıyla pasif –agresif ve bölgeseldir. Amerika’nın bir köşesinde Seattle’da uyuşturucu kullanarak dertlenen çocuklarının bu müziklerinin Amerika’dan İsveç’e, Türkiye’den, İran’a kadar yayılması büyük müzik şirketlerinin bunu fırsata çevirmiş olmasındandır.

Güneşteki kara delikler

1990’ların sıkıcı pop müziği içerisinde ufak çaplı bir devrim yapan Nirvana ile başlayan grunge’ın en önemli grupları Soundgarden, Alice in Chains, Stone Temple Pilots ve Pearl Jam’dir. MTV’nin desteği ile bu gruplar tüm dünya gençliği arasında hızla yayılmıştır. Yapımcıların yazdırdığı asilik destanları ile de efsaneleşmişlerdir. Cobain’in av tüfeği ile intiharının ardından Cornell’in kendini asması belki de bu destanların kendilerine fazla gelmesindendir. ‘Güneşteki kara delik...Gelip, yağmuru yıkamayacak mısın?...Güneşteki kara delik...Gelmeyecek misin?’ Her ne dersem diyeyim ömrümüzün sonuna kadar sıkılmadan dinleyebileceğimiz pek çok mükemmel şarkı çıktı bu grunge yıllarından. Soundgarden’ın grunge denildiğinde ilk akla getirdiği Black Hole Sun parçası gibi. Yağmuru yıkayan pisliklerden (grunge) en mükemmel sese sahip olan Chris Cornell’i dinleyip eskileri yâd etme zamanıdır şimdi.

Kültür sanat konuşmalıyız

Şimdi diyorsunuz ki dünyada ve ülkemizde bunca savaş ve ölüm varken Chris Cornell de kim oluyor. Ne yazık ki böyle bir dünyada kültür sanat yazmak ve okumak adeta bir lüks oldu. İnsanın içinden eskisi gibi ne konsere gitmek, ne sergi gezmek, ne de müzik hakkında konuşmak geliyor. Ama çağın çılgınlığına yenik düşmemek ve sesi kısılan kültür ve sanatı takip etmeyi bırakmamak adına tüm gerçek acılarımızı, davalarımızı terk etmeden eski günlerdeki gibi kültür sanat yazmaya ve okumaya devam etmeliyiz. ‘...Başımı eğiyorum. Korkumu boğuyorum. Ta ki hepiniz yok olana kadar....’