İçinde bulunduğumuz 2008 yılı, şair ve düşünce adamı Yahya Kemal Beyatlı’nın 50. ölüm yıldönümüne denk geldi. Bu vesileyle bir dizi anma etkinliği...

İçinde bulunduğumuz 2008 yılı, şair ve düşünce adamı Yahya Kemal Beyatlı’nın 50. ölüm yıldönümüne denk geldi. Bu vesileyle bir dizi anma etkinliği resmi-özel kurum ve kuruluşlarca art arda düzenleniyor.

Türkiye’de sol açısından, benzeri pek çok ‘milliyetçi-muhafazakâr’ isim gibi Yahya Kemal’in de etraflıca ele alınıp değerlendirildiği, onun üzerine düşünülüp tartışıldığı pek söylenemez. Olsa olsa gerici, tutucu, düzen yanlısı ve idealist düşüncenin temsilcisi bir dolu ‘sağ’ isimden biridir o da. Dolayısıyla “öyle çok fazla üzerinde durmaya değmez”dir...

Diğer pek çok konuda olduğu gibi burada da toptancı ve genellemeci tutum alış, ‘sağ’ düşünce dünyasının kendi içinde hem tarihsel hem de güncel bağlamda mevcut farklılıkları ‘sol’dan görmeyi engelliyor. Sonuç, sola hiç yakışmayan bir ufuk darlığı oluyor.

Oysa ki milliyetçi-muhafazakâr düşünce içerisinde öncü sayılabilecek Yahya Kemal, Ziya Gökalp, Mehmet Akif, Peyami Safa, Nurettin Topçu, vb. şahsiyetler birbirlerinden önemli ölçüde ayrılan yaklaşımlara sahipler. Bu bakımdan Yahya Kemal, özellikle ulus-devlet, uluslaşma ve ulusçuluk (milliyetçilik) meselelerini kavrayışı açısından üzerinde durulmaya değer bir özgünlük sergiler.

Yahya Kemal bir muhafazakârdır. Ama hem ‘modernist’ hem de ‘realist’ bir muhafazakârdır. Modernistliği, onu, değişim karşısında geleneğe tutunmayı vazeden gelenekçilikten ayırt eder. O, gelenekte takılıp kalmaktan değil, geleneği geleceğe taşımaktan, yani gelenekle birlikte modernleşmekten yanadır. Onun meşhur “Kökü mazide olan âtiyim” sözü bunu anlatır.

Ama Yahya Kemal’i kanımca daha önemli kılan, modern bir ulus var etme yolunda öne çıkan ‘mimar’ zihinler arasında en ‘realist’ anlayışın savunucusu olmasından kaynaklanır.

Yahya Kemal son derece gerçekçidir milliyetçiliğinde. Ne Ziya Gökalp gibi bir çırpıda Orta Asya’ya sıçrayıp ‘Ergenekon’ kapısından Türklük devşirmekten yanadır; ne de Mehmet Akif gibi İslâm’ın asliliği ve asilliği temelinde Hicaz’a endeksli bir milliyetçilik tasavvuru içindedir. Bu iki sima ile karşılaştırıldığında Yahya Kemal’inki bir ‘Türkiye milliyetçiliği’dir. İslâm da, Türklük de onda Anadolu, yani Türkiye ile sınırlanır.

“Vatan ne Türkiye’dir Türklere ne Türkistan/Vatan büyük ve müebbed bir ülkedir; Tûran” diyerek ‘kadim zaman’dan ‘idealist’, romantik ve ‘mitik’ bir milliyetçilik geleneği var etmeye çalışan Gökalp karşısında Yahya Kemal, ayağı yaşadığı toprağa basan ‘teritoryal’ (topraksal) bir milliyetçilik anlayışına sahiptir. O, mekân olarak Ergenekon’a uzanmak yerine Malazgirt’le ‘iktifa’ eder. Haliyle zaman olarak da 1071 yeter ona. 1071 öncesini ‘kabl-et tarih’ (tarih öncesi) sayarken, ‘Tarihimiz’i 1071’den sonrasıyla sınırlar. Yani Alparslan’ı,  Selçuklu’yu, ‘Beylikler’i ve Osmanlı’yı esas alır; Attila’ya, Cengiz’e, Oğuz Kağan’a atıfta bulunmaz.

Bu, somut ve coğrafyayla (Anadolu’yla) muteber bir milliyetçiliktir. Yukarıda belirtildiği gibi hayli soyut ve ‘coğrafya-ötesi’ bir Turancı-Türkçü milliyetçilikle yola koyulan Gökalp, Yahya Kemal’in bu ‘realist’ çizgisine en sonda gelir ve ‘şeniyet (gerçeklik) sahası’nda yalnız ‘Türkiyecilik’ olduğunu söyler.

Yahya Kemal’in ‘Türkiye milliyetçiliği’, esas itibarıyla bir ‘edebi’ zihnin ürünü olmakla birlikte, aynı zamanda tek kelimeyle sosyolojik, iki kelimeyle ise ‘tarihsel sosyolojik’tir. Öyle ki Modern Çağ’da ulus-devletin ortaya çıkışına ilişkin ‘Hayali Cemaatler’ adlı çalışması artık neredeyse bir klasik olmuş Benedict Anderson’un temel tezini, çok daha önce mısralarda ifade etmiştir o. ‘Ulus’u, birbirlerini görmeyen, duymayan, tanımayan insanların (vatandaşların) muhayyel birliği olarak tanımlayan Anderson’a ‘müjdeci’ şu dizeler onundur: “Kimlersiniz? Ya bağrı yanık kimselersiniz!/Yahud da her sabah uyanık kimselersiniz!/Dünya yüzünde bir sefer olsun, tanışmadan/Öz çehrenizle sizleri görmekteyim bu an/Gönlüm, dilim, kanım ve mizâcımla sizden’im/Dünya ve âhirette vatandaşlarım benim.”

İşte böyle. Gökalp, başta Türkçü’ydü, sonra ‘Türkiyeci’ oldu. Yahya Kemal tâ en baştan ‘Türkiyeci’ydi ve ‘Türkiyecilik’ anlayışının da ‘Türkiyelilik’ şuurunun da öncüsü addedilebilir.

Dolayısıyla Türkiye’de ‘Türkiyelilik’e vurgu yapmayı öneren ‘sol’culara kızıp köpürmenin de âlemi yok. ‘Patent’ solda değil, sağda çünkü...