Bazen bir düşünceyi, kaçmasın diye bacaklarımın arasına alıp geceler boyu bana bir şeyler söylemesini isterim. O söyler, ben yazarım, hele bir de kışsa, hava soğuksa, seviştiğimiz bile olur... Bazen de bacaklarımın arasından kurtulup yakama yapışır, bu defa da o gitmez, söyleyeceklerini dinlemem konusunda ısrar eder. Geçenlerde umutsuz bir düşünce yapıştı yakama, nereye gitsem peşimde, vapurda, sokakta, kahvehanede yanımdan ayrılmıyor. Bazen ona kötü kötü bakıp “De git!” diye bağırdığım da oluyor, ama hiç oralı değil, pişkin pişkin sırıtıyor. Umutsuzluk, kendine ve hayata ihanet etmek gibi gelir bana, o yüzden peşimde dolaşıyor olması tedirginlik verici.

Diyor ki, “Bıkmadın mı üç öğün kasvet yemekten, çayın yanına biraz çocuk ölümü, tatlı niyetine biraz kışkırtma, hava almak isteyince bolca biber gazı… Her güne birden fazla katliam, cinayet düşüyor artık. Takvim yaprağını çevirmeye korkar oldun. İyi uyanmaya gör, gazeteleri korkarak açıyorsun o gün, kendini iyi hissettiğin için utanacağın bir sürü şey bekliyor çünkü seni dışarıda. Hâlâ anlamadın mı, demek ki insanların çoğu tehlikede olduğunun farkında bile değil. Tehlikede olmadığını düşünen biri, doğal olarak kendisini kurtarmak isteyenlerden nefret eder.”

Ona uzun uzun yanıtlar düşünüyorum zihnimde, söylediği her şeyin bir yanıtı var ama ondan kurtulmak için görmezden gelmenin daha iyi olacağına karar veriyorum. O devam ediyor yakama yapışıp konuşmaya:

“Bir iktidar kendini bu kadar karikatürize etmişken, anlamsızlık duygusunun dipten dibe kendini hissettirmesi kaçınılmaz. Çelişkilere tanık olmaktan da, o çelişkileri göstermekten de usandığın olmuyor mu hiç? Boşa kürek çekiyorsun. İnsanları sorgulayan değil, hoşlarına gidecek şeyler yazıp keyfine bakabilirdin, hem seni daha çok severlerdi, hem de kolay olurdu senin için hayat, böyle kuşatılmaz, geçim zorluklarıyla uğraşmazdın. Sen ilk değilsin, nice yazar heba etti kendini böyle. Şimdiki edebiyatçıların çoğu, kariyer derdine düşmüş, en feci olaylarda bile sus pus oluyorlar, anlamışlar artık düzenin nasıl işlediğini. Kitapları çok satsın, devletten teşvikler alınsın, eserleri çok dile çevrilsin, ödüller verilsin derdindeler, sonra arada yuvarlak laflar edip ne kadar duyarlı olduklarını da gösterirler, zor değil. Kendi kendini bu kadar karikatürize yapmayı başarmış bir iktidarı destekleyenlerin kendilerine yaptığı kötülüğe üzülmek de gereksiz. Her şeyi bildiğini sanan ve koşulsuz itaat talep eden bir lideri takip ederek, kendi yaratıcılıklarını ve enerjilerini heba ediyor oluşlarından, bir kişinin sözde sağlam iradesine güvenerek kitlesel olarak iradesizleşmelerinden sana ne. Bu ülkede sadece sen mi yaşıyorsun ki, ödenecek bedel sana bu kadar dokunuyor.”

Baktı ki, ne söylese beni kışkırtamıyor, sözü Gezi’ye getirdi bu defa: “Gördün mü bak, kimse Gezi’yi ağzına almaz oldu artık. Geri çekildi insanlar, ne kadar gaz yerlerse yesinler, bir şeylerin değişmeyeceğini gördüler çünkü. Sen hâlâ hayal âleminde yaşayıp Gezi’ye güzelleme yapıyorsun.”

Bunu söylediğinde, tek tük sokak lambalarının aydınlattığı ıslak ve ıssız bir sokaktaydık. Yakasına yapışıp onu duvara yapıştırırken bilincim yerindeydi. “Geri çekilen bir şey yok, hem geri çekilmek ya da durmak, düşünmek için gerekir bazen. Hangi yöne gideceğini bilemedikten sonra hareket etmenin bir anlamı yok. Angela Davis, Boğaziçi’nde yaptığı konuşmada, söz Gezi’ye gelince, bir olayın sonucu ile etkisi farklı olur demişti. Somut bir sonucu olmayabilir, ama etkisi çok büyük. O etkiyi, yaşamın her alanında görmek mümkün, yüzlerce örnek sıralayabilirim sana. Kariyer derdine düşmüş edebiyatçılardan da bana ne. Mahkemelerde yargılanmış Yaşar Kemal’in kariyerine ulaşabilirler mi, suspus oldukları her şey bir gün karşılarına çıkar. Hem ben kimseyi kurtarmak istemiyorum; bu ülkeyi, Yaşar Kemal’in romanları, Yılmaz Güney’in filmleri gibi seviyorum çünkü, karşılık beklemeden.” Sonra, umutsuzluğun yakasını bırakıp, “Seni de seviyorum ey umutsuzluk!” diye bağırıyorum, “Beni sürekli sınayıp umuduma güç kattığın için. Turgut Uyar, ‘Umut kaçınılmaz gerçektir’ derken, emin ol ki aklında sen de vardın, seni umuttan ayırmadı hiç.”