İsmail Güzelsoy yaşamak, yazmak, anlatmak, hatırlamak ve unutmak üzerine okurunu düşündürüyor. Büyüdükçe elimizden alınanları, köşeye bıraktıklarımızı, altından kalkamadıklarımızı dile döküyor

Yakamızdan düşmeyen hayat

ADALET ÇAVDAR

Türkiye Edebiyatı için önemli olmasına rağmen pek bilinen yazarlardan biri değildir İsmail Güzelsoy. Edebiyatla olan ilişkisinin yanı sıra bir rehberdir aynı zamanda. Rehberlik yaparken yazdığı günlüklerden, yaşadığı hikâyelerden romanlar yazdığı söylenir. Kim bilir belki doğrudur. Çok gezen, çok yazabilir, birden fazla hayatta var olabilir elbette. Pek çok yayınevi değiştirmiştir eserleri, nedenleri okuru pek alakadar etmese gerek. Hatırının bilinmemesi bir kayıp olarak adlandırılabilir. Güzelsoy’un edebi eserlerinin yanı sıra İstanbul Gezi Rehberi ve katkıda bulunduğu antolojiler de var. İlk kitabı 'Seni Seziyorum' yayınlandığından bu yana yazdığı eserlerde genellikle birbirlerine göndermeler yapar Güzelsoy ve eserlerini 'Fenni Sihirler' ya da 'Ruberu' üst başlıkları altında toplar. 1963 Iğdır doğumlu Güzelsoy, dokuz yaşında ailesiyle birlikte İstanbul’a göç ediyorlar. Okurken bir yandan Cağaloğlu’nda mücellithane ve matbaalarda çalışıyor. Liseyi bitirdikten sonra İstanbul Üniversitesi, İletişim Fakültesi’nde eğitim görüyor, okulu üçüncü sını a bırakıp İsveç’e gidiyor ve orada İsveç Edebiyatı üzerine çalışıyor. 1987 yılında Türkiye’ye geri dönüyor, çeşitli turizm işleri yapıyor ve akabinde İngilizce ve İsveççe rehberlik yapmaya başlıyor. Rehberlik yaptığı yıllarda bir yandan çeşitli dergi ve gazetelerde öykü, makale ve röportajları yayımlanmaya başlıyor. İsmail Güzelsoy, Karakarga Yayınları tarafından yayımlanan yeni romanı 'Süslü Hatıralar Sahnesi - Ruberu' kardeşliğin kutsallığı ve mahremiyeti üzerine pek çok şeyi anlatıyor. İllüstrasyonlarını M. K. Perker’in yaptığı kitap ra arda yerini aldı, okurlarını bekliyor. Perker’in çizimleriyle anlatılan hikâye okurken insanın gözüne ve gönlüne daha çok değiyor.

KARDEŞLİK BİR YANA

Aile bir yana kardeşlik bir yana diyebilirim. İnsan kan bağı olmaksızın kardeşlerini seçebilir. Siz büyürken ya da büyüdüğünüz zaman her daim karşınızda ve yanınızda olacak biri sizi kendi varlığınıza da ikna eder zamanla. O yüzden sırf kavga etmek için bile olsa bir kardeş insanın hikâyesine çok fazla katman katar. İsmail Güzelsoy’un yeni romanı İstanbul’a bir göç hikâyesiyle başlıyor. Bu göç Güzelsoy’un kendi hayat hikâyesi ile ilgili romanın içerisinde bulunacak olan otobiyografik öğelerden ilki. İki erkek çocuk, evin eşyalarının yüklendiği kamyonun arkasında uzun bir yolculuk yapıyorlar, onlara bir de karga eşlik ediyor. Erdal sekiz buçuk, Recep ise on yaşında. Annesini ve babasını bir kazada kaybediyor Erdal, Recep’le aslında öz kardeş değil kuzenler ama öz kardeşten öte onlar, hayatlarının uzunca bir zamanında 'bir' olarak yaşıyorlar. O yüzden herkes onlara “Erre” diye sesleniyor. Bu birlik ve beraberlik uzun yıllar büyük bir keyi e sürüyor. Öyle ki Recep okula gitmeye başladığında Erdal ile nasıl baş edeceklerini düşünüyorlar. Erdal okulun kapısında yaş yağmur demeden Recep’i bekliyor.

Güzelsoy, hikâyesini Recep’in ağzından anlatıyor. Recep hikâye boyunca “sen” diye hitap ediyor okuruna ama sonunda anlıyoruz ki anlatıcının muhattabı elbette biz değiliz. 'Süslü Hatıralar Sahnesi'nin ilk sayfalarını okurken hikâyenin aslında yoksul bir aile içinde yaşanan neşeli bir hayat olduğunu düşünüyorsunuz, bu zamanda yoksulluk ve mutluluk bir arada yazılmadığı için insan seviniyor. Bir kardeşliğin her hali anlatılıyor. Küçüklüğün, büyüklüğün olmadığı insanı sadece yalnızlıktan kurtaracak bir nefesin olduğu her anın kıymeti sunuluyor. Bütün zorlukların yanında biri ile çözülebileceğine inanılan o yaşımızdan büyük, her şeyi merak ettiğimiz, yapabileceğimizi düşündüğümüz zamanları, kardeşlik kavlini anımsatıyor. Sonra yavaş yavaş o güzel günlerin sonuna geliniyor. Ve çok yakın olduğu birini kaybetmiş olan pek çok insanın üzerine çöken o ağırlık gelip satırların arasına yerleşiyor. Güzelsoy’un anlatımı Recep’in çocukluğuyla çocuk olurken, Recep büyüdükçe ve olayların ağırlığı belirginleştikçe bir çıkış yolu bulmak isteyen okur için hızlanıyor. Perker’in çizimleri bu ağırlığın arasında okurun biraz durmasına ve olayları gözünde canlandırmasına vesile oluyor.

DUVARA BAKMAK

Recep bir kıza âşık oluyor. Edebiyatla bile Filiz sayesinde haşır neşir oluyor. Yazmaya nasıl başladığını anlatıyor. Filiz bir şekilde iki kardeşin arasının bozulmasına neden oluyor. Bir kötü niyeti yok ama yanlış anlaşılmalar ve büyümek Erdal ile Recep arasında bir kırılmaya yol açıyor. Babaları çok uzaklara gitmeyi tercih ediyor, anneleri hastalanıyor. Recep bir sürü şeyin altından tek başına kalkmaya çalışıyor. Erdal uzun bir süre bir duvara bakmayı hayata karışmaya tercih ediyor. Sonra bir gün uyanıyor. Kendine yeni bir yol buluyor, hayalini kurmadığı bir hayatın gerçeğini yaşar oluyor. Kafası karışıyor uzaklara gidiyor, haberi bile gelmiyor. Recep çocukluk aşkı Filiz ile evleniyor. Yazıyor. Ama kardeşini bir türlü unutamıyor. Kendisine çeşitli ritüeller buluyor. Geçmiş zamanı anımsayıp duruyor. Onları göç yolları boyunca yalnız bırakmayan kargaları şehirde de bırakmıyor. Karga ile ahbaplığından da Recep vazgeçmiyor. Yıkık dökük bir virane halinde olan lunaparkın içinde her sabah kendine bir avuntu arıyor. Evlilik, yazarlık, ev geçindirme dertleri Recep’e kardeşini unutturmayı başaramıyor. Recep kardeşinden vazgeçmeyi kendinden vazgeçmek gibi görüyor, herkesin tek tek hayatından gitmesini kabul edebiliyor ama kendinden gitmeyi beceremiyor. Filiz onun sığınağı oluyor.

Bundan sonrasını anlatmak kitaba ve yazarına haksızlık olur. Ama her şey elbette burada bitmiyor. İsmail Güzelsoy, yokuş aşağı giden bir hayat hikâyesinin içinde okurunu adeta zamana ve sevdiklerine yeniden ikna etmeye çalışıyor. Düşmeler ve kalkmalar hayata dair ve baş edilebilir elbette ama yalnızlık kimisi için çaresizliği de beraberinde getiriyor. İki iken bir olmak ne kadar zorsa, bir iken yalnız kalmakta o kadar ağır geliyor. İsmail Güzelsoy 'Süslü Hatıralar Sahnesi - Ruberu' kitabıyla okuruna küçük otobiyografik doneler de sunuyor. Yaşamak, yazmak, anlatmak, hatırlamak ve unutmak üzerine okurunu düşündürüyor. Büyüdükçe elimizden alınanları, köşeye bıraktıklarımızı, altından kalkamadıklarımızı ve yakamızdan düşmeyen hayatı dile döküyor.

yakamizdan-dusmeyen-hayat-529220-1.