Yakarsa dünyayı kadınlar yakar: Kadınlar kurtaracak dünyayı!1
Mahsa Amini’nin öldürülmesinin ardından başlayan protestolar tüm dünyada sürüyor.

Yeşim Kaptan*

Mahsa Amini’nin, bu güzel kadının başına gelenler, her İranlı kadının başına en az bir kere gelmiştir. Bizi şiddet kullanarak tutukluyorlar. Beni de hiçbir sebep yokken, şiddet kullanarak üç kez tutukladılar. Seni tutukladıklarında dövüyorlar, hiçbir şey söyleyemiyorsun. Aileni aşağılıyorlar, seni aşağılıyorlar. Hakaretler ediyorlar ve sen sessiz kalmak zorundasın. Burada toplanmamızın nedeni sadece zorunlu başörtüsü değil. Çünkü zorunlu başörtüsü İran İslam Cumhuriyeti’ndeki sorunlardan sadece biri. İslam Cumhuriyeti İran’da 43 yıldır istedikleri herhangi bir nedenden insanları öldürüyor. Biz burada İran İslam Cumhuriyeti’nin uyguladığı her türlü zorlamaya, İranlı kadınlar ve erkekler üzerinde uyguladığı baskılara “Hayır” demek için toplandık. Biz İran’daki herhangi bir İslam Cumhuriyeti’ne “Hayır” demek için buradayız. Biz onları istemiyoruz. Bu bizim kültürümüz değil. Biz onlar değiliz, onlarda biz değiller.2



16 Eylül 2022’de İran’da 22 yaşındaki Kürt asıllı Mahsa Amini’nin İran İslam Cumhuriyeti’nin ahlak polisince başörtüsünün altından saçları göründüğü gerekçesiyle dövülerek öldürülmesinin ardından İran’da başlayan protestolar dünyanın pek çok ülkesine yayıldı. Kısa süre içinde #MahsaAmini etiketi Twitter’da dünya çapında en çok paylaşılan etiketlerden biri olurken İran’da kadınların katıldığı protesto gösterileri ve liselerdeki protesto görüntüleri internet üzerinden hızla yayıldı. Mahsa Amini protestolarında 41 kişi öldürüldü. Kadınlar kamusal alanlarda saçlarını kestikleri ve başörtülerini çıkarttıkları görüntülerle tüm dünyanın dikkatini İran’a ve İran’daki kadın hareketine çektiler.

Yukarıdaki alıntıda İranlı bir kadının belirttiği gibi olayların nedeni sadece “başörtüsü takma zorunluluğu” değildi. İslami rejim egemenliğini baskı yoluyla daha çok kadınlar üzerinden yeniden üretmeyi ve iktidarını güçlendirmeyi seçmişti. Baskıcı ve keyfi rejime ilk başkaldırı rejimin ayaklanma potansiyelinden en çok korktuğu gruplardan biri olan kadınlardan geldi. İran’daki milyonlar artık sudan sebeplerle insanları öldüren, hapse atan ve belli bir zümre haricindeki herkesi baskı altına alan İslami bir rejim istemediklerini ve rejimin onları temsil etmediğini meydanlarda haykırıyorlar. Kadınlar aynı coğrafyada kendilerinden önce yaşamış hemcinsleri gibi tarihin ön saflarında yer alarak toplumu ve tarihi değiştirmek için mücadele ediyorlar. İktidarlar ise kadınlardan ve kadın gücünden korktukları ölçüde baskıyı artırıyorlar.

Tarihsel olarak kadın, güç ve iktidar

Bu coğrafyanın kadınları tarihsel olarak hep ezilmişlerin saflarında değillerdi. Köleci ve ataerkil toplumlara geçmeden önce kadınlar gündelik yaşamda etkin ve etkiliydiler. Bu nedenle Anadolu ve Mezopotamya uygarlıklarında tanrıça kültü yaygındı. Neolitik dönemin ve antik çağların ilk tanrıları ve en güçlü ilahları tanrıçalardı. Sümerler güçlü kadınların ve güçlü tanrıçaların olduğu ilk Mezopotamya devletlerindendi. Sümerlerde kadınlar ticaret ve hukuki antlaşmalar yapabiliyor, borç alabiliyor, doktor, kâtip ve müfettiş olabiliyorlardı. Kadınların güçlü olduğu toplumların güçlü tanrıçalar yaratması tesadüf değildi. Neolitik çağın tanrıçası Kibele bu coğrafyada kadın gücünün sosyo-kültürel temsili olmuştur. Kayalardan kendini doğuran Kibele kendi kendini yaratan, kendine yeten güçlü kadının, toprağın, bereketin ve yeryüzünün (Gaia) temsilcisidir. Efsaneye göre Kibele âşık olduğu gencin (Attis) düğün gününde onu çıldırtarak kendisini hadım etmesine neden olmuştur. Bu gerekçeyle Kibele kültünde rahiplerin de kendilerini hadım ettikleri bilinir. Efsanede ölen ve bir çam ağacına dönüşen Attis sadece yok oluşu ve yeniden doğuşu değil, tanrıça/kadın karşısında erkekliğin yitirilişini ve kadının yok edici gücünü de temsil eder. Bu nedenle de (ataerkil bir bakış açısından) ürkütücüdür. Kibele Roma Uygarlığı’na Magna Mater (Büyük Ana) olarak geçmiştir. Güçlü kadın kültü ve “anne” teması modern çağda Jung’un analitik psikolojisinde temel ve en önemli arketiplerden olarak karşımıza çıkar. Jung’a göre kolektif bilinçdışımızda anne’nin kendisinden daha büyük bir amaç için kendisinden daha büyük bir güce sahip olduğuna dair temel bir anlayış vardır. Bu sebeple de kadın saygı duyulan, sevilen ancak aynı zamanda gücünden korkulandır. İslamiyet’in yaygın olduğu coğrafyalarda ise kadının diğer kimlikleri dışlanarak daha çok “anne” kimliğine vurgu yapılır. “Cennet annelerin ayakları altındadır” ve “En az üç çocuk yapın” söylemlerinin muhafazakâr toplumlarda asıl işlevleri anneliği yücelmek değil, kadının toplumsal hayata katılmasının önünü kesmek, kadın cinselliğini baskılamak ve kadınları tek kimlikli ve tek boyutlu bir insana dönüştürmektir. Bu nedenle Mahsa Amini protestoları hem yozlaşmış bir sisteme karşı koyuşun adıdır hem de kadınların baskıcı bir devlet tarafından kendilerine biçilmiş kimliklere başkaldırısıdır.

Karşı saftakiler: Kadın ama faşist!

Son dönemlerde kadınların öncülüğünü ve toplumsal değişimdeki rolünü sadece ilerici ve devrimci siyasette değil, sağ milliyetçi hareketlerde ve faşizmin yükselişinde de görmekteyiz. Polonya’nın aşırı sağcı ve muhafazakâr eski başbakanı ve halen Avrupa Parlamentosu Üyesi Beata Szydło ülkemizde erkek politikacıların ağzından sık sık duyduğumuz ailevi değerleri korumak şiarıyla yola çıkıp aile içi şiddete karşı alınan tedbirlere ve her koşulda kürtaja (tecavüz ve ensest ilişkiler dahil) karşı çıkmasıyla ün yapmış ve Avrupa siyasetine damgasını vurmuştur. Geçtiğimiz ay İtalya’da yapılan seçimlerde Mussolini’ye hayranlığı ile bilinen ve seçim kampanyasını LGBTQ ve göçmen karşıtlığı üzerine kuran Giorgio Meloni büyük bir zafer kazandı. 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana İtalya’da seçim kazanan en sağcı lider olan ve İtalya’nın bir sonraki başbakanı olacağına kesin gözüyle bakılan Meloni’nin yükselişi sadece İtalya’da değil dünyada da ilgi ve kaygı uyandırdı.

Sağ siyasette yükselen kadınların bir diğer temsilcisi ise son dönemde Fransa’da partisinin oylarını ciddi şekilde artıran Marine Le Pen. Le Pen babasından devraldığı partiyi ana akım siyasetin içinde merkeze doğru çekerken ülkede güçlenen sağ milliyetçi ve muhafazakâr ideolojik rüzgârı arkasına aldı. Fransız faşist lider milliyetçilik, göçmen ve Müslüman karşıtı politikalar gibi konularda Szydło ve Meloni ile ortak bir noktada buluşsa da Le Pen’in onlardan ayrıştığı noktalar nedeniyle Fransa siyasetinde önemli bir figür haline geldiği düşünülebilir. Le Pen seçim stratejisini partisindeki cinsiyetçi (sexist) ve LGBTQ karşıtı söylemleri azaltıp, kürtaj karşıtı politikalardan vazgeçerek seçim tabanını genişletmek üzerine kurdu. Konuşmalarında Fransız feminist filozof ve aktivist Simone de Beauvoir’dan alıntılar yaparak kadın haklarından dem vururken Beauvoir’ı yabancı düşmanı ve İslam karşıtı görüşlerini desteklemek için kullandı. Kadın liderlerin ön saflarda olduğu bir faşizmin pazarlaması daha kolay bir siyasal ideoloji haline gelip gelmediği ve kadınların faşist sağcı hareketler içindeki yükselişi ayrı bir yazının konusudur. Ancak değişmeyen gerçek şudur: Gerek devrimci ve demokratik hareketlerde gerekse faşist ve sağcı kampta yer alsınlar, kadınlar 21. yüzyılda ulusal ve uluslararası politikaları ve toplumsal yapıyı belirleyen ve değiştiren en önemli unsurlardan biridir. Bu nedenle ilerici, demokrat ve devrimci hareket içinde yer alan kadınlar, Kibele’nin korkusuz kızları, iktidarların korkulu rüyası olmaya devam edecekler.

* Kent State Üniversitesi

1-Başlık şair Ali Tekintüre’nin “Yakarsa dünyayı garipler yakar!” ve Şükrü Sözen’in “Kadınlar Kurtaracak Dünyayı” şiirlerine göndermedir.
2-“İzmir’de Mahsa Amini Protestosu”. (Video: Kazım Kızıl). Video’yu kullanma izni ve metnin çevirisi için Kazım Kızıl’a teşekkür ederim. https://www.facebook.com/582302856/posts/pfbid0tNPFudqgMcMFu6NQhKVyfadFtYrSvK1JmtB5BVZnyiGRn7JHGjTrmsinALXNxFY7l/?app=fbl