Yakışır

Amerikalı gazeteci ülkenin önde gelen zenginlerinden bir iş adamıyla röportaj yapmaktadır.

- Efendim, bize bugünlere nasıl geldiğinizi, bu kadar büyük bir serveti nasıl kazandığınızı anlatır mısınız?..

- Amerika’ya geldiğimde cebimde 5 sentten başka param yoktu.

- Sonra?..

- O beş sentle bir elma aldım, akşama kadar parlatıp 10 sente sattım.

- E, sonra?..

- Ertesi gün 10 sentle iki elma aldım, akşama kadar parlatıp 20 sente sattım.

- Ya sonra?..
- Böyle böyle ay sonuna kadar 20 dolar kazandım.


- Peki sonra?..

- Ertesi ayın başında İrlanda’daki dedem öldü ve bana 20 milyon dolar miras bıraktı!..

•••

AKP’li yılların en kârlı alanlarından biri sağlık.

Hele de İstanbul…

Özel hastaneler Cumhuriyet’in kuruluşundan 1980’lere kadar sur dışına çıkmayı bile başaramamışlardı…

Şimdilerde dört bir yanda pıtrak gibi özel hastane kuruluyor.

Bazen sağda, solda hastane patronlarının başarı hikâyelerine denk gelirim.

Yok şöyle çalışmışlar, yok böyle vizyon sahibiymişler, yok şöyle yatırım yapmışlar, filan…

Hikâyenin aslını bildiğim için dinlerken içimden kıs kıs gülerim.

Anlatayım.

•••

Hikâye genellikle seksenlerin ikinci yarısında başlar.

Turgut Özal’ın ANAP’ı iktidara gelmiş, memlekette liberalleşme, özelleşme rüzgârları esmeye başlamıştır.

Bu ortamdan ve teşviklerden cesaret alan bir grup doktor, genellikle yanlarına zengin bir sermaye sahibini de alarak İstanbul’un varoşlarında bir poliklinik açarlar.

Çoğunlukla işler iyi gitmez, kısa yoldan zengin olma hevesleri gerçekleşmez, işe girdiklerine pişman olurlar, ortaklar birbirine düşer, filan…

Poliklinik de bir süre sonra ya kapanır ya da el değiştirir.

Bazen de içlerinden birileri dayanıklı çıkar, her şeye rağmen devam eder…

Hatta işi büyütür, poliklinik şehre daha yakın bir semtte küçük bir hastaneye dönüşür.

Bin bir güçlükle de olsa işler yürümekte, hastane zar zor da olsa ayakta durmaktadır.

Sonra AKP iktidara gelir!..

Önce kamudan özele sevk...

Sonra da “ilave ücret” madrabazlığı başlar.

Yılların “bıçak parası”nın ismi değişmiş ve de cismi yasallaşmıştır.

Özel hastane patronları hem sigortadan tıkır tıkır paralarını alırlar hem de ilk baş yüzde otuz, sonra yüzde elli, derken yüzde yüz, şimdilerde yüzde iki yüz, ellerine düşürdükleri sigortalı hastaları ne kadar yolabilirlerse yolarlar.

İşte size başarı hikâyesi!...

•••

Medipol Hastanelerinin hikâyesi de böyle başlar.

Bir grup doktor önce, 1987’de Aksa Kliniği’ni, sonra Yenibosna’da, ismi şimdilerde Nisa Hastanesi olan Hayrünnisa Hastanesi’ni, bu arada bir de Türkiye Eğitim ve Sağlık Araştırma Vakfı, TESA’yı kurarlar.

Bu arada TEKEL özelleştirilmiş, Unkapanı’ndaki 3 bin metrekarelik arsa üzerinde beş katlı ve 2 bin 500 metrekarelik binası boşaltılmıştır.

Doğal olarak satılıp gelirin Hazine’ye aktarılması beklenmektedir ama öyle olmaz.

Özelleştirme Yüksek Kurulu, Haliç’in hemen bitişiğinde altın değerindeki binayı kırk dokuz yıllığına Medipol’e vermeye
karar verir!..

Sonra da Bağcılar, Beykoz hastanelerinin arazileri gelir.

Medipol ister, İstanbul Büyükşehir Belediyesi okeyler!..

AKP “Yürü ya kulum!” der…

İlansız, ihalesiz, açık artırmasız, filan kamunun malına çöken Medipol imparatorluğu doğar.

•••

İşte bu “başarı hikâyesi”nin başındaki kişi, Dr. Fahrettin Koca hafta başında Sağlık Bakanı oldu.

Bir ara Sağlık Bakanlığı da yapan Mehmet Müezzinoğlu da hastane patronuydu ama gene de aynı zamanda siyasetçiydi.

Fahrettin Koca ise doğrudan doğruya yukarıda anlattığım “başarı hikâyesi” gerekçe gösterilerek göreve atandı.

Zaten Sağlık Bakanlığı’nın resmi sitesindeki CV’sine baktım…

Ücretsiz eğitim imkânlarından yararlanmak dışında devletle bir ilişkisine rastlayamadım.

Yanlış anlaşılmasın ve de gene itiraz ediyorum sanılmasın…

Bence çok iyi oldu.

Böyle reforma böyle Bakan.

Yakışır!..

Not: Beş aydır Sincan Cezaevi’nde tutulan Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu 19 Temmuz Perşembe günü saat 10.00’da Ankara 29. Ağır Ceza Mahkemesinde ilk defa hakim karşısına çıkacak. Almaya geliyoruz.