Yaklaşmakta olan “şeyin” adını koyamayan kesimler Türk Tipi Başkanlık sistemine geçiliyor algısı içinde.
Türkiye’de yeni rejimin kurulduğunu görmemekte direnenler sığ demokrasi gevezelikleriyle sanki eski anayasal düzen geçerliymiş gibi vakit harcamaya devam ediyor.
Oysa fiili rejim olağanüstü kongre öncesi kendini 5G olarak formüle etti,
Güçlü Türkiye için güçlü Cumhurbaşkanı, güçlü kabine, güçlü genel merkez, güçlü grup dönemine geçildiğini yani parti-devlet dönüşümünün sonuna geldiğini anlamış olmalıydık.
Başbakanların milli iradeyi, cumhurbaşkanlarının devlet iradesini temsil ettiği tarihten, milli irade ve devletin aynı anda tek kişide tecelli edeceği rejime geçtiğimiz bildirildi.
Yani parti, devlet, millet, rejim ve Türkiye bir ve aynı kişinin mutlak iradesi, muhakeme ve mantık birliğinde toplanıyordu.

Dokunulmazlık görüşmeleri esnasında kamuoyuna siyasetin bittiği ve “terörist” barınağı haline gelmiş gibi “servis” edilen Meclis’i izlemiş, parlamenter sistemin yekten ilgasını Türkiye geçen hafta Başbakanlık kurumunun azliyle yaşamıştı.
Dolayısıyla parti ve devlet ayrımının bittiği Yeni Rejim, Güçlü Türkiye için olağanüstü kurultayda bizatihi cismi kurucu yasa sayılan liderle zihinsel ve varlık olarak bütünleşmiş militan kadroları belirleyecekti.
Ve kendi bünyesindeki yoğun saflaştırma ve “ayıklamadan” sonra sıra “milli irade” dışında kalan kesimlere “devlet-millet” işbirliğiyle elbette gelecekti.
Her daim üzerinde “büyük oyunlar” oynanan Türkiye’nin gücü eğer tek kişinin gücüyle denklenmezse yol, havaalanı, 101 eser yatırımı yapılamayacağı kamuoyuna poster, sticker, kep ve 5G sloganıyla anlatılırken, enkaz halindeki eski rejim kalıntıları, anayasal devlet organizasyonu, hukuk ve parlamenter sistemin milli iradenin önünde nasıl tarihsel engeller olduğu bir bir sıralanacaktı...

Eğer bu son düzlük de geçilirse ki “halk başkanlığı yüzde 62 destekliyor” manşetleri çoktan gelmeye başlamıştı.
7 Haziran’dan sonra geçen 11 ayda arkada bıraktığımız binlerce ölü, yakılmış, yıkılmış Kürt il ve ilçeleri, her günün yüzüne yapıştırılmış onlarca ölüm fotoğrafı ve çocuk cesetleri bir yana...

Yeni rejim “bir an önce” her istediğini yasalaştıracağı yeni anayasasına kavuşmuş olacaktı.
İslamcı ideolojinin ete kemiğe bürüneceği, laiklik ilkesini duymak bile istemeyeceği bu anayasa, “yaşam tarzım” diye laiklik savunusu yapmaya kalkışan kimseye sürpriz olmamalıydı.
Ve ilk kez devlet kimliğinde “İslamcı” vurgusu öne çıkmış devlet ve kendi seçmen tabanından hareketle yarattığı “ yeni ulusla” tarih sahnesine çıkacağını umuyordu.
Resmi ideolojisi Siyasal İslam’a dayalı “yeni ulus” inşasında yaşadığımız devasa dönüşüm gördüklerimizin fersah fersah ötesindeydi.

Eğitimden çalışma hayatına, günlük hayatın bütün anlarına derin nüfuz eden
bu süreçte milli seçmen doğal olarak “yeni ulusu” temsil ediyordu..
Bu esnada mevzileri sıkılaştırmak adına gerekli “iç düşman” kurgusu “Müslüman’a düşman” diye kodlanabilir...
Ve siyasi iktidarı eleştiren muhalifler, laik kesim, sol, Alevi ve rıza üretmeyen Kürtler dahil olmak üzere geniş bir nüfus, İslami kutsiyetle donandığı iddiasındaki “Yeni” devletin de “ulus varlığı” dışına atılmış “yabancı, patojen, vatan haini” olarak sayılabilirdi.
Çünkü suç ve cezanın “yerli-milli” liderin arzu ,istek ve talimatına göre tanımlanacağı Yeni Türkiye’de bir tek gün bile düşmansız kalmış”milli irade” zaten düşünülemezdi.
Mamafih tarihe kozmik dokunuş mümkün olmadığından ne devletlerin ne de toplumların tarihsel köklü dönüşümü 21. yüzyılda bile ne”kurgu-algı-sipariş operasyon” mantığına ne de “oldu da bitti” telaşına sığardı...
Ama halk ve hak mücadelesinin zemin ve zamanının açığa çıkmasına ciddi ve sahici katkı sunarlardı.