Yüzleşmekten nefret ediyoruz çünkü Türkiye’de insanlığa karşı işlenmiş tüm suçlara sessiz kalışımızı hatırlatıyor bize ve vicdanlarımızdan kalan artıklarla kurtarmaya çalışıyoruz dünü, bugünü ve muhtemelen yarını.
Sivas’ta cayır cayır yakılırken insanlar seyirciydik. Haber kanallarının başında an be an seyrederek geçirdik o saatleri. İnsanlığımızı ricat ettirdiğimiz o günden bugüne sessizliğe gömdüğümüz yüreklerimiz sadece boş bir teneke gürültüsü çıkarıyor göğüs kafeslerimizin içinde. Dokunmadan yaşamayı kendimizi kurtarmak zannettikçe küçülüyoruz oysa. Biz küçüldükçe güçleniyor kötülüğün iktidarı.
Dillilerinin ar damarı yok… “Milletimiz için hayırlı olsun” ile Sivas davasının zamanaşımına uğratılmasını selamlarken rahatlar ve dahi dinini kin, kinini din yapmışların, imana yatırılmış sözlerin arkasından bir bardak su içip ‘Yanmışlarınızın canına değsin’ tarzı bir iç rahatlamayla kararın tadını çıkarıyorlar adeta.
Başbakan yargının bu kararını hayırlara havale ederek, 34 can’ın yandığı gün orada olduğunu ve kendisinin de “yakın hepsini” diyerek slogan atan o dindar neslin içinde bulunduğunu itiraf ediyor. Anlıyoruz ki eğer o gün Recep Tayyip Erdoğan kitlenin arasında olsaydı bir kibrit de o çakacak ve yananların çığlıklarını duydukça tüm imanıyla haykıracaktı: “Yakın hepsini.”
Devlet, provokasyonlarının kitlesel desteğini hep dindar ve milliyetçi kesimden devşirdi. Devlete yakın olmak, kirlenmek ve kirletilmek dışında aynı zamanda suça ortak olmak demekti. 6-7 Eylül, Maraş, Çorum, Sivas, Gazi… Hemen hepsinde kullanılan kesim, bu çevreler olmuştur. Hocalı mitinginde gördüğümüz pankartlar, atılan sloganlar, İçişleri Bakanı’nın konuşması, Başbakan’ın kürsüden mitinge katılanlara sunduğu destek, Adıyaman’da Alevilerin evlerinin işaretlenmesi, Uludere katliamının hemen ardından Genelkurmay’ın tebrik edilmesi gibi rezaletlerin hepsi devlet eliyle örgütlenmiş tüm katliamların ruh mirası yoluyla yaşadığını gösteriyor bize. Bu ruh birlikteliği iktidarın ağzından çıkıp hepimizin üzerine boca ediliyor. İstanbul Üniversitesi’nde devrimci, demokrat öğrencilerin davanın zamanaşımına uğratılmasına dair yaptıkları protestoya taşla, sopayla saldırarak “yaktık, yine yakarız” sloganı atan ve kendilerine Müslüman Gençlik diyen kesim buna verilecek son örnek olabilir. Başbakan’ın hayırlara vesile ettiği karardan aldıkları gücü kullanan bu kesim şimdiden devletin kucağını oldukça sevmiş gözüküyor.
“Yaktık, yine yakarız” sloganının patronlarla olan ortaklığı da bu işi tamamlıyor.
11 işçi yanarak can verdi kaldıkları çadırlarda. Haber kanalları olayı “Son Dakika” anonsuyla verdiler. Gelişmeler ve görüntüler anında haber kanallarına düşecek ve olayın detayları hakkında bilgi sahibi olacaktık ama olmadı. “Son Dakika” haberi bir türlü görüntüye dönüşmedi. Aradan bir saatten fazla bir zaman geçti. Yanarak ölen işçiler bir son dakika haberi olarak kaldılar öylece. Kanalların doğal yayın akışı arasında verdikleri bu alt yazılı haberin bir türlü görüntüye ve ayrıntıya dönüşmemesi akla ‘‘kimin bu inşaat?’’ sorusunu getirdi. Anlaşılan o ki kimse yanlış bir şey yapmak istemiyordu. İnşaatın kime ait olduğu, iktidarla bir bağının olup olmadığına dair tüm muhtemel sorular netleşmeye ve bir politika belirlenmeye başlayınca son dakika haberi olmaktan çıkıp saatler sonra verilmeye başlandı ayrıntılar. Ota, boka her şey için yayınını kesip canlı bağlanan kanallar, 11 işçinin cayır cayır yanarak can vermesini yayın akışının kesilmesi için önemli görmediler.
Milyonlarca dolarlık iş yapan inşaat firmaları ve İstanbul’un her yerinde sonradan görme bina sektörünün yeni aktörlerinin cilalı dişlerinin arasından boğazlarını gördüğünüzde anlarsınız ne kadar aç olduklarını ve asla doymadıklarını. Çalışan işçi ve emekçilerin hayatlarını bir çadıra sıkıştıran ve ayaz’a mahkûm edenler sadece zengin ama içi boş birer et parçasıdırlar.
Sivas’ta aydınları yakarak coşan kitle ile, 11 işçinin kaldığı çadırda yanarak can vermesine neden olan patronlar birbirlerinin ikizidirler. “Yaktık yine yakarız” diyenlerle, yanan işçilere iş kazası süsü vererek Allahtan rahmet dileyen patronların çıkış noktası aynıdır. Her ikisi de sistemi korumakla mükellef aktörlerdir.
Dillerinden düşürmedikleri o “büyük”, o “yüce”, o “güçlü” devlet, Sivas’ta yananları seyretmiş ve katillerin işlerini bitirmelerini beklemiştir. Tıpkı Maraş’ta olduğu gibi…
Ve bugün, 11 işci çayır cayır yakılmıştır. Onlar Başbakan’ın “ayaklar baş olmaya kalkınca” sözünde bahsettiği “ayaklar”. Onlar namuslarıyla para kazanıp ailelerini geçindirmeye çalışan ama hiçbir iş güvenliğine sahip olmayanlar. Onlar öldükten sonra bir günde patronlarca sigortalananlar.
İşciler cayır cayır yanarken, oturmuş ve başlarına gelebilecekleri hesaplayarak sigortasız olanları öldükten sonra sigortalamışlardır. Hem de henüz işçilerin yanan bedenlerinin kokusu olay yerinde dururken.
Başbakan şaşırtan bir sakinlikle, yanarak ölen işçiler için kürsüden iki kelam etti ve patronlara o kadar kazanıyorsunuz bunu da yapmayın yahu şeklinde nasihat buyurdu. Sivas katliamı davasının zamanaşımına uğramasını da aynı sakinlikle karşılamıştı Başbakan ve “millete hayırlı olsun” diyerek yakanların yüreğine su serpmişti.
“Yaktık yine yakarız” diyenler ile “Bozkurtlar burada, Hrantlar nerede?” sloganları atanların ellerini kollarını sallayarak büyük bir çiğlikle ortalıkta dolaşabilmeleri ve mantar gibi pırtlamaları boşuna olmasa gerek...
Başkalarının bir şeyler yapmasından medet umarak evinde hayıflanan, evinde homurdanan insanlar olmaktan çıkamaz ve ricat ettirdiğimiz o vicdanlarımızı sokağa taşıyamazsak yok edilmeye devam edeceğiz.
Bu devletin ve adamlarının soğukkanlılıkları insanların başına daha nelerin gelebileceğinin işaretini veriyor.