IŞİD yerel sİlahlı gücü olmayan bİr barbarlar sürüsü. İnsan kaynakları da büyük oranda İnternet

Yalan dolan...

RAKI BEYAZI-

>FERİDUN NADİR feridun.nadir@buyukkeyif.com

Madde 22 (Joseph Heller, Yapı Kredi Yayınları) müthiş bir kitaptır. Tuğla gibidir ama su gibi biter. Benim okuduğum en güzel savaş karşıtı romandır. Malumunuz, savaşlar genellikle irrasyonel şeylerdir. En kısa ve en gerçekçi özetiyle genellikle, bir takım amcaların ihtirasları uğruna bir takım fakirler birbirini öldürür. Bu kadar saçma bir ölüm makinasını iyi bir şekilde romana dökmenin en güzel yolu da dalga geçmektir. Heller de nitekim tam olarak öyle yapmış. Kitap boyunca alay etmiş. Askerlikteki mantıksızlıkların da hepsini Madde 22 ile açıklamış. Öyle ki, Madde 22 aynı anda herşey yahut hiçbirşey. Apandisit kadar gereksiz, ayranın yoğurdu kadar gerekli bir şey haline gelmiş. Zaten bu kitaptan sonra bu gerçeküstü anlatımın muazzamlığı sayesinde Catch 22 İngilizcede anlamsız şeyleri tarif eden bir terim haline gelmiş.

Kitabın savaştaki kahramanı er Yossarian bir gün doktora gider. Titriyordur. Der ki “Beni öldürmek istiyorlar”. Doktor anlamaz. “Kim seni öldürmek istiyor?” diye sorar. Yossarian kendinden emin, “Onlar” der. “Kimler” diye ısrar eder doktor. Yossarian, “Onlar işte. Sürekli ateş ediyorlar, bomba atıyorlar.” Doktor güler: “E savaştayız. Hepimizi öldürmek istiyorlar.” Yossarian farkı anlamamıştır: “Ne fark eder? Beni öldürmek istiyorlar.”

Öyle ya, Yossarian, sonuçta başkalarının çizdiği ve aslında onu hiç ilgilendirmeyen bir takım sınırları korumak için oraya ‘gönderilmiş’ birisidir. Karşısındaki, yanındaki ve ona emir veren insanları tanımamaktadır. Onu tanımayan insanların öldürmeye çalışmasına da anlam veremez.

Sorsanız, en rütbeli askerden Donald Trump’a kadar kadar herkes barıştan yanadır. Bu kadar çok insanın yandaş olduğu ama bir türlü gelemeyen bir şey olur mu? Olur. Muktedirler istemeye görsün. Sorsanız tabii ki o muktedirler de barış ister. 6 milyon Yahudiyi sabun yapan adam dahi nihai olarak barış vaad ediyordu. Önce bir dünyayı ele geçirip temizlik yapacaktı sadece.
“Birinin yalan söylemesine kızmam da yalan söylerken yakalanacak kadar salak bir insanın beni kandırmaya çalışmasına kızarım.” demiş Sigmond Freud. Savaşlar genellikle böyle yalan dolan üzerine çıkarılır üstelik. Bakınız ‘koskoca’ ABD, kimyasal silah var diye dalmıştı kafa göz Irak’a. Tentürdiyot filan buldular sonra. Kana buladılar, ezip geçtiler, oluk oluk kan akıtıp insanların kanlarıyla duş aldılar, özür bile dilemediler. Hala temizlenemiyor o pislik. Oradaki insanları Saddam gibi bir alçağın zamanlarını dahi özler hale getirdiler. Yalan dolan.

Güya IŞİD’le savaşıyorlar. Fakat ne hikmetse IŞİD çevresindeki herkesle savaşıyor görünmesine rağmen çatır çatır petrol ile geçinmeye devam ediyor. Belli ki savaştığı birilerine satıyor. Türkiye’yi ima etmiyorum. Bir şey bilerek söylemiyorum. Görüneni söylüyorum. Birisi çevresindeki herkesle savaşıyor ama çevresinden birilerine petrol de satıyorsa çevresindeki herkesle savaşmıyor demektir. Muhtemel ki savaştıkları ve petrol sattıkları ara ara değişiyor ve hatta sık sık bazılarıyla hem savaşıyor hem petrol satıyor. Yalan dolan.

IŞİD yerel silahlı gücü olmayan bir barbarlar sürüsü. İnsan kaynakları da büyük oranda internet. İnternet’te arayın bakalım çocuk pornosu bulabilecek misiniz? Çok zor. Çünkü ciddi bir mücadele söz konusu. Fakat bizzat seks kölesi olarak çocuk satan IŞİD propoganda videolarına ulaşmak için iki tık yeterli. Nasıl oluyor da ulaşılabiliyor? Düşünce özgürlüğü mü? Adamlar çocuk satıyor diyorum. Daha yeni bir çocuk CD player’dan müzik dinlediği için insanların önünde kafası kesildi. Yalan dolan.
Milyonlarca muhalif var, bir tane muhalefet yok. Herkes barış meftunu, bir tane bile barış yok. Kimse bir şey kazanmıyor ama herkes birbirini öldürüyor. Kimse neyi niye yaptığını doğru düzgün açıklayamıyor. Ama herkes birbirini öldürüyor.
Burada olan biteni, hunharca öldürülen askeri personeli, Sur’u, Cizre’yi filan bırakın bir kenara, iktidarın güya tam karşısındakilere bakın. Bir tane muhalefet partisi milletvekili çıkıp “Burası Artvin, cumhuriyet kenti, Cizre değil” diyebiliyor. Bu adam o partiden atılmıyor. Bence ayrımcılık yaptığı, nefret suçu işlediği için partisinden atılmalı. Ama partiye daha uygun bir önerim var. Bu vekil, bu cümlesiyle aslında düpedüz bağımsız Kürdistan’ı tanımış oluyor. Bu yüzden atsınlar. O güzelim direnişe destek veriyormuş. Yalan dolan.

Bizim memlekete bakalım. Bugünü boşverelim, geçmişe gidelim. 6-7 Eylül musibetini hatırlayın. İstanbul’dan evsahiplerinin yağmalandığı, aşağılandığı kovulduğu o alçak saldırı nasıl çıkmıştı? Atatürk’ün Selanik’teki evi bombalanmış güya. Yalan dolan. Hoş doğru olsa kaç yazar. Taksim’deki terzi Yorgo mu bombalamış da onun dükkanını yağmalıyorsun düdük kafalı lümpen?

Çorum - Maraş olaylarını düşünün
Bir gün, malum ‘90’lar, karanlık zamanlar, iki arkadaşımla Beylerbeyi’nde yürüyoruz. Rakı içeceğiz. Ama bir arkadaşımızın canı kumpir çekti. Meyhaneye kumpirle girmeyelim dedik, birer kumpir aldık, yürüyoruz. Bir yandan da muhabbet ediyoruz. Arkadaşıma dönüp “Senin bu yaptığına cami duvarına işemek denir” dedim. Önümde yürüyen çocuk döndü laf attı. Sen işine bak dedik. Küfür etti, sertçe cevap verdik, kaçtılar. Kaçarken bağırdılar “Camiye küfür ediyorlar, camiye küfür ediyorlar”. Güldük, deniz kenarındaki müthiş caminin bahçesinde kumpirlerimizi yemeye başladık. Esnaftan beni tanıyan bir garson çocuk geldi yanımıza. “Abi siz gidin en iyisi.” dedi. Niye dedik, eliyle gösterdi: İskeledeki minicik çay ocağının önüne bir kalabalık yığılmıştı. “Sizin için toplandılar abi camiye küfür mü ne etmişsiniz.” dedi. Tabii hızlıca uzaklaştık oradan. Linç edilmek ne kadar kolay. Yeter ki lümpenler akacak mecra bulabilsinler. Tek tek herhangi bir ülkenin parasıyla beş para etmeyen bu eksik adamlar sürü haline gelince Voltran oluveriyorlar. Muktedir değil ama yalancılığın fena hikmetlerine vakıf bir manyak yüzünden hem de. Yalan dolan.

Maalesef haber takip etmenin dahi uzmanlık gerektirdiği bir dönemde yaşıyoruz. Ne demiş Yaşar Kurt, “Kapat televizyonu anne, seni de kandırıyorlar.”

1958’de bugün, Gerald Holtom adında bir adam masasına oturmuş ve o çok meşhur barış işaretini nükleer silahlanmayı protesto amacıyla tasarlandı. Kadehler barışın şerefine.