Okuyanlar bilir; “mışlı” dünya ile “mışlı” toplum haline geldiğimizden çokça söz ederim. Bu yolla postlar devrine uygun “gerçek-ötesi” bir dünya ve toplum kurulduğunu söylediğim de olmuştur. Ancak, hem bu dünyaya hem bu ülkeye bakıldığında, bugünü anlatmak için öyle “mış” gibi yapmaktan, ya da “post-truth”lardan söz etmek yetmiyor. Düpedüz “yalan” demek gerekiyor! Yalan bir de barbarlık!..

Ülkedeki şu referandum tartışmaları...

Kamuoyunda, Anayasa değişiklikleriyle ilgili ne ölçüde bilgi edinildi; bilmiyorum. Muhalefetin ne kadar başarılı bir kampanya yürüttüğü tartışması da yapılabilir ama iktidarın ‘Hayır’ kampanyasını hem engellemeye hem de “sulandırmaya” çalıştığı görülmeyecek gibi değil.

Getirilmek istenilen değişikliklerin anlamı açık; tek adam yönetimi ile parti devleti, bir başka deyişle iktidarın mutlaklaşması istenmekte. Tüm maddeler, bunu gerçekleştirecek yönde hazırlanmış. Bunu, böylece, olduğu gibi halka açıklamak mümkün olmadığından, karalama ile sulandırmadan başka çareleri de yok!

Öte yandan bu mutlaklığın, rejim-sitem değişimi gibi, ülkenin ray ve yön değiştirmesi anlamına geleceğine de kuşku yok. Yani, demokrasiden insan haklarına, hukuktan laikliğe, dış politikadan sosyal devlete kadar her konuda ülkenin yeniden tanımlanması-kurulması yönünde kullanılacak mutlak bir yetki isteniyor ki, anlamı, “kırk satır mı, kırk katır mı” sorusuyla açıklanabilir!

İşaretler de ortada! Hukuk devletinin ve yargı bağımsızlığının iflası örneğin!.. Gazetecilerin tutukluluğu için “demokrasilerde olmayacak şey” diyorduk; şimdi Cumhuriyet gazetesi yazar ve yöneticileri için 158 gün tutukluluktan sonra hazırlanan iddianamenin bunun üzerine tüy diktiğini görüyoruz!

Kısacası ‘Evet’ isterken, akla uygun bir şey söylemek zor. Bu nedenle, bir yanda kendilerinden soyutladıkları FETÖ davası ile 15 Temmuz Darbe Girişimi’ni köpürtmekteler! Köpürtmekteler ama ortada birçok soru olmasına karşın ciddi bir araştırmaya yanaşmadıkları da ortada. Öte yanda, iler tutar olmayan karalamalarla, “millet” muhabbetine yüklenmekte çare aramaktalar!

‘Evet’ konusunda hazırlanmış bir reklamı izledim. Bir kahve, masalarda insanlar; konuşuyorlar. Biri milletin büyüklüğü ile başlıyor, öteki ferasetiyle devam ettiriyor. Ana fikri, “bu ülkede birileri (herhalde AKP muhalifleri olacak) hep ona, buna karşı çıktılar; hepsini yaptık mı, yaptık! Biz yaptık, millet yaptı; bu Millet büyük!” üzerine kurulu...

“Millet ne eylerse, güzel eyler”!.. AKP’nin, zaten halkla ilişkisini “millet” güzellemesi üzerine bina ettiği biliniyor; şimdi bu söylem, “Evet” kampanyasında da hem siyasetçisinin hem medyasının mantrası olmuş durumda.

Oysa, toplumu bizler ve onlar diye böldükleri bilinirken soyut millet söyleminin hakikiliği yok. “Yaptık-ettik” derken köprüden, otoyoldan başka bir şey söylenememesinin ise, milletle alay etmek anlamında. Yani bu millet, demokrasi, özgürlük, hak-hukuk istemiyor da, “inşaat yap, bana yeter” mi diyor? Daha ötesi, öyle bir millet ile kendisini özdeşleştirmesi var ki, tuhaf ötesi! Anlamak mümkün tabii: “Bana tüm yetkileri verin ki, bildiğimi okuyayım!” denilemeyeceğine göre, medet “millet” güzellemesinde!

Ancak, Türkiye’de bunları konuşurken, bir de dünyada olup bitenler var ki unutamayız. Unutmamak gerekmekte.

Şu İdlib’de katledilenlere bir bakın; sonra da ardından konuşulanlara... Savaşa, ölüme doymamış olanların çoluk çocuğu gaz kullanılarak katletmesi ayrı, dünyanınsa, o mu yapmış, bu mu yapmış diye konuşması ayrı bir çirkeflik!

Bir de insanlık denmiyor mu! Buna, insanlık değil, olsa olsa barbarlık denir. Güç ve çıkarın barbarlığı...

Tamam, kimin yaptığı önemli ama daha önemli olan artık bu vahşetin durdurulması değil mi? Altı yıldır bu ülkede cehennem yaşanmakta; yüzbinler ölmüş; milyonlar ülkeden kaçıp gurbet ellerde hayat kurma derdine düşmüş; ülke harabeye dönmüş; toplumun elinde ne var ne yoksa bu savaşta harcanmış. Ama yetmemiş!

Yetmemiş, çünkü asıl dert ellerindeki pazarlık gücünü yükseltmek; o nedenle de acımasızlıkların sonu gelmiyor!

Bodrum sahillerinde Aylan bebeğin resmi, gazeteler düştüğünde herkesin vicdanı sızlamıştı güya! O günden bu yana iki yıla yakın zaman geçti, hâlâ ne Suriyeli taraftarlar ciddi bir barış görüşmesine oturabildiler, ne Batı onları buna zorlayabildi.

O nedenle, yalnız Doğu’nun değil, Batı’nın barbarlığından da söz etmek gerekiyor. Tarih boyunca uyguladığı barbarlığı bir yana bıraksak bile, şimdi dünyanın geri kalanı üzerinde ekonomik, teknolojik, siyasal, askeri, kültürel üstünlüğünün sağladığı hakimiyet elden gitmesin diye oynadığı oyunları görmezlikten gelmek mümkün değil.

Üstelik küreselleşme sahneye yeni oyuncular da çıkardığından, –Rusya, Çin gibi- oyun katlanarak oynanmakta ki, bela daha da büyüyor demek!

Yalanlarla barbarlık kol kola; birbirini doğurup büyütmekteler.