Yanılgı olduğu gerçeğinin kanıtlanması için ahlaki bir nedene ihtiyaç duymamız, rasyonel bir açıklama olmasa da, insani bir durum

Bir yalan söylemiş kişinin bu yalanı söylemek için para almış olması ne değiştirir? Hayal kırıklığımızı ya da öfkemizi daha yoğunlaştırması bir yana, söylenenin gerçeğe aykırılığı açısından bir fark doğmaz gibi geliyor.

1998’de sindirim sistemindeki problemler ile otizm arasında bir ilişki olduğunu öne süren ve bunun için bazı kanıtlar (endoskopiyle alınmış mukozada virüslerin varlığına ilişkin izler) bulduğunu yazan Andrew Wakefield’ın (saygın tıp dergisi Lancet’ta yayımlanan) kısa makalesinin yankıları büyük olmuştu.  Aşılarla sağlanan bağışıklık sürecinin özellikle bazı çocuklardaki barsak duvarındaki geçirgenlik sorunları ile birleşerek otizme yol açtığına ilişkin tezler hızla yayıldı. Yerleşik akademik bilimsel düzen tarafından (Lancet’taki vaka serisi dışında) kabul görmese de, bir çözüme, bir açıklamaya aç durumda olan otizm camiası (otizm tanılı çocukların aileleri, otizmle uğraşan bir kısım meslek erbabı) bu yeni açıklamaya büyük ilgi gösterdi.

Aşı ile otizm arasında bir ilişki olmadığını gösteren çok sayıda makale yayımlandı. Bilim çevrelerinin aşı ya da ince barsaktaki geçirgenlik değişiminden yararlanarak beyne ulaşan protein komplekslerinin otizme yol açtığını kabul etmesi için gereken bazı ölçütler iddia sahipleri tarafından hiçbir zaman ortaya konmadı. Ancak bilimsel yayından ziyade propaganda ve reklam mekanizmaları ağır metallerin ya da belli besinlerin otizme yol açtığı gibi birtakım başka kanıtlanamamış ve iddialı fikirlerle işledi. Bu kökten iddialar kanıtsız spekülasyonlar olmakla kalmadı. Kanıt bulmaya tenezzül etmeksizin, rasgele ‘biyomedikal’ tedavilerle  (hiperbarik oksijen, vücutta nasıl emildiği ve beyini etkileyip etkilemediği anlaşılamayan aminoasitler ve vitaminler, psikotrop ilaçlardan oluşan kokteyller) ailelere sahte umutlar satıldı. Benim de aralarında bulunduğum birçok doktor ya da biliminsanı bu uygulamaların işe yaramazlığını söyledikçe, toplumdan ‘gamlı baykuş’ yakıştırmasını bolca işitti.

Ailelerin umutsuzluğa kapılıp, bazı uygulamaları denememiş duruma düşmemek için yaptıklarına kim ne diyebilir? Ama bu durumdan yararlananlara söyleyecek ve yapacak çok şey var. Ama ben Wakefield örneğine döneyim. Yaklaşık son 10 yıldır bulguların pek anlamı olmadığı, güvenilirliğinin tartışılabilir olduğu ve bu bilgilerden herhangi bir pratik sonuç çıkartılamayacağı söylendiyse de, toplum Wakefield’a sırtını dönmek için aşı-karşıtı lobiden para almış olduğunun ortaya çıkmasını bekledi. Araştırmadaki verilerin çarpıtılmış ya da uydurulmuş olmasından daha önemli görülen bu ‘para yedirilme’ durumunun daha fazla önemsenmesini anlamaya çalıştım. Bilim alanında çalışanların yanılmış olabileceğine inanamadığımızdan mı ya da bir yanılgının ancak kasten ve kötü niyetle gerçekleşeceğine inandığımızdan mı?

Şarlatanlık sayılan yöntemlerle çalışan doktor, psikolog ya da başka uzmanları değerlendirirken, söylediklerinin yanlış ve uyduruk olduğunu söylesem ciddiye almayabilirsiniz. Genellikle şarlatanca uygulamalar yapanlar, yaptıkları işin ‘doğruluğu’na iman ettikleri için inandırıcıdır. Onların inancından o kadar etkileniriz ki (ve o kadar güveniriz ki) ancak ve ancak para yemiş olmaları (güvenimize ihanet etmeleri) bu ilişkimizi sarsar. Bir bilimsel yöntemi değerlendirmemizi, bulguları geliştirenlerin güvenimize layık olup olmaması üzerinden yaptığımızda hayal kırıklıkları yaşamak kaçınılmaz olabiliyor.  Wakefield para yedi mi, yemedi mi, günahı boynuna. Ama yazdığı makaleye baktığınızda geçersizliği ilk başta anlamasanız da, bulgularını kendisinden başka hiç kimsenin kanıtlayamamış olması bu konuda bilimsel olarak güvenilir bir zeminin oluşmamış olduğunu göstereli neredeyse 10 yıl olmuştu. Üstelik bir gün birisi çıkıp da, düşük olasılıkla da olsa, barsak-otizm ilişkisini kanıtlayabilse, bu para yemiş olduğu gerçeğine rağmen söylediklerinin doğruluğuna o noktada bizi ikna edebilir.

Yanılgı olduğu gerçeğinin kanıtlanması için ahlaki bir nedene ihtiyaç duymamız, rasyonel bir açıklama olmasa da, insani bir durum. Para yemiş olmak, yalan ya da yanlış söylüyor olmaktan daha önemli diye düşünüyorsanız, o başka... Yalanı para karşılığı söylemiş olmak, söylenenlerin ‘yalan olduğu’ gerçeğini ne kadar değiştiriyor?  Belki hiç değiştirmiyor, ama kimseye güvenemeyeceğimiz bir dünyada yaşadığımızı düşündürmesi belki de yalan yanlış bilgilerden daha sarsıcı geliyor.