İngiltere 12 Aralık’ta seçime gidiyor. Yasama görevindeki son parlamento seçim yasasında değişikliğe gidebilirdi fakat bunu yapmak yalanlar üzerine kurulu seçim kampanyalarının önüne geçecekse, niye yapsınlar ki?

Yalan rüzgârı başlasın

NİCK COHEN

İngiliz siyasetçilerin demokrasiyi korumaya inançları olsa Perşembe günü seçim yapıyor olmazdık. Liderlerimiz önce propaganda ve dış müdahaleleri kontrol altına alacak yasaları yürürlüğe koyarlardı. Fakat beklemediler çünkü sandığın onurunu korumak gibi bir dertleri yok. Sinsice sırıtıyor ve internet çağının sunduğu asılsız haberler yayma fırsatlarını değerlendiriyorlar.

Seçim kampanyasını son günlere bırakmanın resmi gerekçesi “milyonlarca seçmen hâlâ kararsız” olarak sunuldu. Seçenekler Boris Johnson ve Jeremy Corbyn iken, insanları kim suçlayabilir ki? Şimdi kararsız seçmeni ikna etme ve işi bitirme zamanı. Şu an yalan söylemek için mükemmel zaman, bunu da hatırlamak gerek. Zafer her şey demektir ve kazandıktan sonra şikayet edenleri ‘eziklikle’ ve ‘komplocu’ olmakla itham edebilirsiniz.

Seçim kanunlarının sıkı olması ‘yolsuzluğun’ ölçeğini dozunda tutuyor. ABD’de siyasetçilere rüşvet vermek öyle kurumsallaşmış bir uygulama ki artık adına rüşvet bile denmiyor. Adaylık yarışında televizyona reklam verme zorunluluğu, çıkar sahibi grupları ve şirketleri siyasetin içine öyle bir çekti ki değişim adeta imkansız. İngiltere’de ise 2003 yılı İletişim Yönetmeliği televizyon ya da radyoda siyasi reklamlar verilmesini yasaklıyor. Böylece seçimi kazanmak için ihtiyaç duydukları parayı almak için her şeyi yapmaya hazır siyasetçileri kaba saba da olsa kontrol altında tutmuş oluyoruz.

yalan-ruzgari-baslasin-659092-1.

Fakat şimdi internette siyasi reklamlar hiçbir yasal kontrol mekanizması olmaksızın yayınlanabiliyor. Reklam Standartları Ajandası’nın yönetmelikleri burada işlemiyor, hatta Seçim Komisyonu’nun içeriklerin doğruluğunu denetleme yetkisi de yok. Bunun yerine, seçimlerin denetim yetkisi teknoloji holdinglerine geçmiş durumda – tabii demokrasi ya da İngiliz demokrasisi onların umurunda değil.

Ana partilerin reklamları hızla akıyor ve şimdi sel olup seçmenleri boğacak. Fakat yalnızca partilere yoğunlaşırsak, Seçim Komisyonu’na kayıtlı bulunan 67 ‘parti-dışı grubu’ gözden kaçırmış oluruz – bunlar resmen birer paravan. Örneğin bir tanesi Yeşil Parti yanlısı gibi duruyor. Halbuki yeşillerin kazanmasını değil, İşçi Partisi’nin oylarının bölünmesini istiyor. Her halükarda, reklamcıların izleyicilerine kim olduklarını, nereden geldiklerini, kimden para aldıklarını söyleme zorunlulukları bulunmuyor. Seçim Komisyonu yıllardır hükümete feryat ediyor, “bizimle çalışın ve çevrimiçi dünyada etki için kimin kime para verdiğini seçmene anlatalım” diyor. Asılsız haberlere yönelik araştırma komisyonuna liderlik eden kişinin Haziran ayında söylediğine göre hükümet seçim yasasına bazı “acil durum yönetmelikleri” eklemeden yeni bir seçim yapılmaması gerekiyordu. Fakat durum ortada...

Buradaki atalet bir Kremlin komplosu falan değil. Vladimir Putin, Donald Trump ya da Şi Cinping’e gerek yok: Ana akım partiler büyük yalanlar yaymak istiyor: İşçi partisi yalnızca nefret ettiği zenginlerden vergi alıp, parayı har vurup harman savuracak. Muhafazakarlar “Brexit işini halledecek” ve ekonomi hiç zarar almayacak, yıllarca sürecek müzakerelerle de uğraşmayacağız. Yasama görevindeki son parlamento seçim yasasında değişikliğe gidilebilirdi fakat bunu yapmak yalanlar üzerine kurulu seçim kampanyalarının önüne geçecekse, niye yapsınlar ki?

Rahmetli Clive James şöyle yazıyor: “Yıllardır, aslına bakarsınız ömrüm boyunca, şunu gördüm: Batı’nın liberal demokrasisinde dipten gelen, çok önceleri fark etmiş olmamız gereken bir şey var. Refahın ve istikrarın bir bedeli olacak ve bu bedel, gençlerin hafızasızlığı olacak. Batı’nın liberal demokrasisinin ölüm sebebi, bizzat kendisi olabilir. Düşmana ihtiyacı yok, kendi düşmanını kendi yaratabilir.” İngiliz demokrasisini alt etmek için Putin’e ihtiyacınız yok, sistem kendi kendini alt ediyor.

Demokratik sürecin bütünlüğünü savunmak ile yükümlü siyasi liderler harekete geçmeyi reddediyorlar çünkü hukukun üstünlüğünün onları dürüst olmaya zorlamasından endişeleniyorlar.”

Perşembe günü kim kazanırsa kazansın, bir bedel ödenecek. İngiliz kurumlarının kendilerini yenileme becerisine duyduğumuz inanç haklı olarak çökecek ve içimizde hayal kırıklığı olacak.

Çeviren: Fatih Kıyman
Kaynak: The Guardian