Sokaklara çıkmaları engellenemeyen yaşlılara, camilerin kapısını kırarak ibadet etmeye çalışanlara, bize bir şey olmaz biz Türk’üz diyenlere, her şey Allahtan diyen kadercilere, batının yeni oyunu diyen komploculara kızmak kolay.

Evet, virüsün yayılım hızını artırıyor, hepimizin sağlığını riske atıyorlar, doğru. Ama onlara yönelen kızgınlığımız, onları bu hale getiren(ler)e yönelmeli. Ancak o zaman yeniden tüm farklılıklarımızla, tasada ve kıvançta bir olabilen bir toplum, olabilme imkânımız doğacak.

“Bir araya gelmeden birlikte” hareket edemezsek can kaybımızı çok olacak.

Soru sormalıyız, şimdi sırası değil demeden.

Şeffaflık ve gerçek bilgi talep etmeliyiz, panik yaratmamak için gizliyoruz gerekçelerine aldırmadan.

Bilginin, aklın, gerçeğin bizi koruyan tek güç olduğunu hepimiz görüyoruz.

“Yöneten/ler” ne oldu da ortalıkta görünmez oldular. Ucuz hinlikle kötü olaylarla görüntülerinin eşleşmesinden kaçınarak “imajlarını” mı koruyorlar? Bu soruyu, kendisinin koruyucu kahraman olduğuna inandırdıklarının sormayacaklarını mı sanıyor/lar?

Korona toplantısının “Beştepe Külliyesi’nde” değil de, Çankaya Köşkü’nde yapılmasının nedeni sorgulanmayacak mı?

Külliyeye korona bulaşmasından bu kadar mı korkuluyor?

Demek ki önce can sonra cananmış denmeyecek mi?

Demek ki, Çankaya Köşkü asılmış, Külliye ise korunaklı kaleymiş.

Camiler de kapatılabilirmiş, değil mi?

Gerçekleri bilmek yurttaşların hakkı. Risk bilinmesine ve Bilim Kurulu ve Sağlık Bakanının uyarı, ısrar ve yalvarmalarına karşın Umre’ ye gidişlere izin verilip verilmediğini öğrenmek hakkımız. En çok da Umreye gidip hastalananların, ölenlerin, yakınlarının hakkı bu sorunun yanıtı. Umrenin riskli olduğu bilinmesine karşın yurttaşlarının oraya gitmesini önlemeyen yöneticilerin hesap vermeleri gerekmiyor mu? En çok da gittiği için hastalananların, ölenlerin hesabını.

Eğitim çok önemliymiş, akla dayalı, laik, bilimsel eğitim her yurttaşın hem hakkı hem de ihtiyacıymış. Bilgiyi, bilimi, laik, ortak ve ücretsiz eğitimi küçümseyen sefil liberalinden siyasal islamcısına hesap sormayacak mıyız? Şimdi en çok da onların, “bize bir şey olmaz her şey Allahtan” diyen eğitimsiz bırakılmış kitleye kızmalarındaki iki yüzlülüğü, suratlarına vurmayacak mıyız?

Kamucu sağlık sistemi hayatiymiş. Bizi “kıskanan” Almanya’ da ölüm oranının çok düşük olmasının nedeni, sağlık sisteminin nerdeyse devlet tekelinde olmasıymış, değil mi? Kamunun yoğun bakım yatak sayısının özel sektörden az olması ölümcül bir riskmiş, zengine hayat yoksula ölüm demekmiş. Öyle yap işlet devret cinliğiyle devlet hastanelerini şehir hastanesi adı altında yandaşlara yağmalatmak sağlığı geliştirmiyor tersine bütün toplumu ölüm riskiyle baş başa bırakıyormuş, değil mi? Özelleştirmeyi gerekçelendirmek için sağlıkta şiddeti neredeyse cezasız bırakmak, hepimizi öldürebilirmiş.

İtaatkar doğulu diye küçümsenen Çinliler, kamucu, dayanışmacı, yetersiz yöneticiyi görevden alabilen, birlikte hareket edebilen, ortak bir ülkü için birleşebilen, hurafeye, inanca değil akla bilime sırtlarını dayayan bir toplum/ kültürlermiş.

Korona, siz ona doğa deyin, bizleri kandıranların yalanlarının tel tel çözülmesini, süslü saraylarının yaldızları dökülen kumdan kaleler olduklarını gösteriyor. Nasıl da korkak, zalim, güçsüz, beceriksiz ve insanların canını hiçe sayan mal, mülk düşkünü yağmacılarmış, değil mi?