Giritli Epimenides’in paradoksu ünlüdür: “Bütün Giritliler yalancıdır!” Doğru söylüyorsa, kendisi de Giritli olan Epimenides yalancı değil mi? Bu işin içinden nasıl çıkabiliriz?

Yalanın ‘loş hakikati’...
Enrico Mazzanti’nin Pinnochio çizimi.

Aydın Afacan

Yalan söyler misiniz? Yalan söylemeyen var mıdır? Neden yalan söyleriz? Yalan nedir? Bireyler bir yana, grup, kurum ve devletlerin kendi yalanlarına ‘inanması’ neyle açıklanabilir? Bu soruların ardı arkası yok gibi görünüyor, değil mi? Bu uçsuz bucaksız alan üzerine konuşmak hem zor hem de ‘ucu herkese dokunan’ noktalar taşıdığı için netamelidir. Sözgelimi eskiye dair ‘tarihsel gerçek’lerin ne kadarının ‘gerçek’ olduğu tartışmalıdır. Özellikle ‘uluslar’ konusundaki anlatıların önemli bir kısmının mitik öğeler barındırdığı açıktır. Oradaki ‘soylu geçmiş’in bütün ‘milli’ anlatılarda benzerlikler taşıdığını görmek zor değildir. Yine de herhangi bir ‘tarihsel anlatı’nın herhangi bir yerine ilişkin itirazınız size ‘milli hassasiyet’ taşıyan düşmanlar kazandırabilir! Diğer yandan insandaki yalan eğiliminin derinlerine inmek hepimizi irkiltebilir! Savunmaya geçer, pek de saygın karşılanmayan o durumdan son derece ‘mağrur’ bir edayla sıyrılır ya da ‘çaresiz’ kabul tepkileri verir veya çelebice gülümseyebiliriz. Durup dururken söyleneninden belli bir amaca yönelik olanına, avcı hikâyelerinden askerlik anılarına, aile ortamından gündelik hayata uzanan ‘beyaz’ yalanlara, okul ortamından politikaya, tarih anlatılarından sanat alanına çeşitli tür ve biçimlerine aşina olduğumuz yalan…


Yalan ve ‘konfor’

Yalanın politikadaki yeri, yine bazı politikacıların ünlü vurgusuyla ‘açık seçik’tir; bu tabii ‘ayrı bir konu’dur! ‘Sıradan’ yalanlara gelince, savunma veya korunma amacıyla söylenenlerin, geçici bir durumdan sıyrılmak, belli ilişkileri dengede tutmak ve gündelik yapıp etmelere ilişkin yalanların insana belli bir rahatlık sağladığını görmek zor olmasa gerektir. Bu da yalanın belli bir ‘konfor’ sağladığı anlamına gelmez mi? Öbür yandan ‘belli dengeleri gözeten’, sosyal psikolojideki bağlamıyla ‘uyma’ ve ‘itaat’i aileden devlete doğru genişleten ‘konformizm’ de kişilik ve kültürle bağları derinde olan ve yalandan doğrudan beslenen bir eğilimdir. Bu noktada, geçerken Gramsci ve Althusser’i de anımsayarak toplumun devlete gösterdiği ‘rıza’ ve hegemonyanın oluşumunda rol sahibi olan ideolojik aygıtların dayandığı ‘zemin’i de işaretlemek gerekir. Kısaca yalan ve ‘rahatlık’ yanılsamasını üreten ‘konfor’ ciddi tehlikeler de taşır insan için. Ne var ki bu ‘konfor’u üreten de ona rıza gösterip ‘uyarlı’ olan da ‘insan’…

Kimdir ‘mitoman’?

‘Mitomani’, ilgili literatürde, patolojik yalan söyleme hastalığı (pseudologia fantastica) olarak tanımlanır. Bu niteleme, kozmosu ve çevresini imgelem (hayalgücü) içinde konumlandıran ‘ilkel insan’ın kendi yarattığı mitoslara inanmasına dair atıftan kaynaklanır. Mitos, ilkel insan için bir inanca özgü ‘gerçekliğin’ anlatımıdır. Mircea Eliade, mitosların henüz yaşamakta olduğu toplumlarda yerlilerin, mitosları -yani ‘gerçek’ öyküleri-, ‘yalan(cı) öyküler’ olarak adlandırdıkları fabl ya da masallardan titizlikle ayırt ettiklerini (ç. Sema Rifat) söyler. Ayrıca mitoslara karışmış yanlışlıkların ayırt edildiğine dair tespitler de sözkonusudur… Yeniden ‘mitoman’a dönecek olursak, tipik özelliklerinden biri, kendi uydurduğu yalanlara inanmak olduğuna göre, bile bile yalan söyleyip kendilerini(?) ve çevrelerini inandıran politikacılara ne diyeceğiz? Ya onlara göz göre göre ‘inanan’ kalabalıklara? Ya ‘soylu geçmiş’ hikâyeleri türünden çeşitli anlatılar uyduran tarihçilere? Liste kolaylıkla uzatılabilir. Diğer yandan hâlâ çeşitli alanlarda çağdaş mitoslar üretenler de var. ‘Manik’ düzey bir yana, insanın mitoslar uydurma veya inanma eğilimini nasıl yorumlamalıyız?

“Girit’in yalancısı”ndan şairlere “yalanın hakikati”

Hakikatin büyülü bir yanı yok mudur? Masaldan mitosa, şiirden romana birçok alanda imgelem ve kurmacanın egemenliği söz konusu değil midir? Bu tür bir büyüye neden hep ihtiyaç duymuştur insanlık? Giritli Epimenides’in paradoksu ünlüdür: “Bütün Giritliler yalancıdır!” Doğru söylüyorsa, kendisi de Giritli olan Epimenides yalancı değil mi? Bu işin içinden nasıl çıkabiliriz? John Forrester, Hakikat Oyunları kitabında bu konuya değinirken önemli bir soru sorar: “‘Şimdi söylemekte olduğum şey yanlıştır’ diyen birinin aldatma kastı olabilir mi?” (ç. A. Yılmaz) Benzer soru veya yaklaşımlar Fuzulî’den Boileau’ya, Pessoa’ya şiir/edebiyat tarihinde de bulunur; “güneş altındaki tüm yazarların” yalanla ilişkili olduğunu söyleyen Philip Sidney’in ünlü ‘şiir savunması’ (An Apology for Poetry) bu konuda hemen akla gelen örneklerden. Sidney’in şiirsel praksisi temellendiren ve modern şiirin işaretlerini taşıyan yaklaşımına benzer birçok örnek vardır. Modern dünyada bu tartışmalar hayli çeşitlenmiştir: Hakikatin ‘eserde işbaşında’ olduğunu söyleyen Heidegger’den ‘sanatın kendi başına hakikatler ürettiğini’ öne süren Badiou’ya uzanan farklı görüşler sözkonusudur. İlginç aktarma ve tespitleri için yeniden Forrester’a dönmenin yeridir: “Hakikatin İyon dilindeki karşılığı ‘açıktan’ iken, yalanın karşılığı ‘kıvrımlı’dır. Kurmaca, ‘hakikatin muhteşem sürprizine’ erişmek için dolambaçlı bir yoldan, yalanın kıvrımlarından geçer.” Yine Forrester, Freud’un bahsettiği ve ‘...şairin ilk yalancı olduğu ve bu yüzden birey olamaya cüret eden ilk insan olduğuna’ dair bir hikâyeyi de aktarır. Ne demişti Fuzuli o ünlü beyitte: “Ger derse Fuzulî güzellerde vefa var / Aldanma ki şair sözü elbette yalandır”.

***

Şiir ‘Paragrafı’

Bu ‘paragraf’ın konuğu Çiğdem Sezer’in kırk sekiz bölümden oluşan ‘Dina’ şiirinden bir bölüm… İnsanca arayışı yalın bir şiirsel akışla sunan; insanın iyi kötü fiillerini yer yer kadın figürler aracılığıyla sezdirerek, vakur bir tonda ama bağırmadan, kalbe içeriden değerek söyleyen bir şiir ‘Dina’. Ayrıntılara öyküye yakın bir yerden değiniyor. Tarih, sanat ve edebiyata ilişkin göndermeleriyle gündelik hayatın akışına dokunurken, yine göndermeleriyle yanı başımızdaki ‘kadın’a ve ‘kendimize’ bakışımızı da yokluyor. Şiirin birinci bölümü şöyledir:

bana öğrettiğin dilleri

yuttum Dina

bir sarmaşığa dönüştüler

tersine büyüyen

giderek birbirinden uzaklaşan

kara parçaları gibi

kelimeler

onları doldurduğum çanağı

kırdım ve kuyuya attım

susarak kazdığım kuyuya

sakladığım mektup

hiç okunmadı

şimdi bana cesaret ver

fısılda

Dina

kelimeler

neden canımı yakıyor hâlâ?