Diyorlar ki işsizlik şubatta düşmüş. Diyorlar ki Merkez Bankası’nda rezervlerimiz yüksekmiş. Diyorlar ki enflasyon düşmüş. Diyorlar ki koronavirüs fabrikalara, madenlere, inşaatlara, AVM’lere hiç uğramıyormuş, hele hele emekçilere hiç yanaşmıyormuş.

Elbette insan bu düş bahçesinin gerçek olmasını ister. Ister çünkü işsizliğin olmadığı, ihtiyat için kenara konmuş paraların suyunu çekmediği, hayatın pahalı olmadığı, kamu görevi üstlenenlerin işini iyi yaptığı, virüslerin olmadığı bir dünya güvenlidir, kaygısızdır, huzurludur.

Ancak maalesef bir düş bahçesinde değil dikenli bir gül bahçesinde uyanıyoruz her sabah. Üstelik gülleri açmıyor uzun süredir, dikenleri keskinleşiyor...

Mesela, diyorlar ki işsizlik düşüyormuş. Keşke... Ama gerçekler bambaşka. Düzen insanları iş aramaktan vazgeçirecek kadar çarpık, umutlarını çalacak ve bunu başarı olarak satacak kadar da vahşi! Düzen yeni istihdam yaratmayı bırakalım, var olan istihdamı dahi yok edecek kadar yıkıcı!

Düzenin gözünde işsiz olmak için önce iş aramak gerekiyor. Saray rejimi belli ki on yıllardır kronikleştirdiği işsizlik sorununu çözmek için yine sığ ekonomik zihniyetini kullanarak yeni bir politika geliştirmiş: Insanları iş aramaktan vazgeçirmek! Zira düzenin ölçtüğü işsizlik istatistiğinde işsiz olabilmeniz için önce iş aramanız gerekiyor. Iş aramayan işsiz de kalmıyor. Böylece işsizlik sorunu da bir sihirli değnekle çözülmüş oluyor!

Bu hafta açıklanan işsizlik verilerinin ardında yatan gerçeklerden birisi bu işte. 2019’un Şubat ayından bu yılın şubat ayına dek Türkiye’de işgücü 1 milyon 102 bin kişi azalmış. Daha az insan ‘’Sosyal hayata emeğimle karışayım’’ diyebilmiş. 1 milyon 102 bin insan emeğiyle var olabileceğine dair inancını yitirmiş. Düzen umut hırsızı; halktan çaldığı yarınları rantçı yandaşın bugünlerine peşkeş çekiyor çünkü...

Böylesine genç nüfusu olan bir ülkede işgücünün azalması gençlerin sosyal ve ekonomik hayata karışmaktan alıkonulduğuna işaret ettiği gibi, önceden işgücüne katılmış olanların da bundan vazgeçecek kadar umudunu yitirdiğine işaret ediyor!

Gerçekler şunu gösteriyor: 15-29 yaş grubu gençlerin yüzde 30,8’i yani 5,5 milyonu ne eğitim görüyor ne de çalışıyor. Üstelik bu durum kadınlar için çok daha ağır. Genç kadınların yüzde 41,8’i yani 3,7 milyon genç kadın çalışmıyor ve okumuyor.

Çalışabilir nüfus azalmıyor, tam tersine artıyor. Ve buna rağmen çalışmak için işgücüne katılanlar azalıyor. Keyiflerinden değil, rahatları yerinde olduğundan değil, tembelliklerinden değil. Umutları olmadığından. Haklarını alabileceklerine dair güven duymadıklarından. Çalışırken ölümle burun buruna kalmaya mahkum edileceklerini bildiklerinden. Esneklik adı altında iş güvencelerinin işverenin iki dudağı arasına sıkışmasının yarattığı huzursuzluktan çekindiklerinden.

Tabii bir de iş aramaya koyulsalar gürül gürül akan imkânlarla, istihdamın bolca yaratıldığı bir düzenle karşılaşmayacakları gerçeğini de biliyorlar. Işsizliğin azaldığı iddia edilen bu dönemde, gerçekte istihdam 602 bin azalmış. Yani 602 bin kişi için istihdam alanı olan işler yok olup gitmişler. Üstelik krizin artık gün yüzüne çıktığı şu son iki yılda böylesi istihdam kaybının 2,5 milyonu aştığını da biliyorlar. Kriz var olan 2,5 milyon iş imkanını yok etmiş! Ama diyorlar ki kriz yok. Ama diyorlar ki işsizlik de yok...

Oysa gerçekler çok acı bir biçimde hayatın içinde. 445 bin genç 1 yıldan uzun süredir iş arıyor! Sadece son bir yıl içinde 207 bin genç daha uzun süreli işsizlikle genç yaşında tanışmış oldu. Işsizlik gizleniyor. Ve uzun sürüyor, yıpratıyor, pes ettiriyor. Diyorlar ki işsizlik düşüyor!

Bir ülke ekonomisini yönetmek hikâye anlatma sanatı değildir. Bir ülke ekonomisini yönetmek kamunun kaynaklarının nerelere harcanacağına dair toplumcu bir anlayışla halkın ihtiyaçlarını karşılayabilme sanatıdır. Ve işte bunun yapılabilmesi için de her şeyden önce ekonomide hikâye anlatıp olmayanı satmaya çalışan değil, gerçeklere hakim ve onu dönüştürecek bütüncül bir ekonomik programa sahip bir siyasi iradenin iktidarda olması gerekir.

Bu iktidarın böyle bir evrim geçirmesi mümkün değil. Evrim hayatın gerçeği olmadığından değil; iktidarın doğası en az evrim kadar açık bir kesin bilgi olduğundan. Bu iktidarın kendisini ayakta tutan bu düzeni değiştirmemek için elinden geleni yapacağı gerçeği bunu ortaya çıkartıyor. Ama biz yapabiliriz; bilgimiz, birikimimiz ve dayanışmamızla biz halk olarak bu yeni düzeni mutlaka kurabiliriz ve kuracağız da!