Amerikan Psikoloji Derneği tarafından yayımlanan yeni bir araştırmaya göre, insanlar yanlış olduğunu bildikleri ifade ve iddiaların gelecekte doğru çıkabileceğine inanırlarsa, o ifadeler şu anda yalan ve yanlış olsa bile ona göz yummaya meyilliler. Bu kişiler, o yalanları sosyal medyada yaymaktan da geri durmuyorlar!

Yalanların hangisi kişilerce daha kabul edilebilir?

Hiç kimsenin yalan söylemeyi (veya yalan söylemeyi gerektirecek durumlarda kalmayı) sevmediği söylenir. Buna rağmen etrafımız, yalancılarla doludur. Dolayısıyla daha isabetli bir tespit şu olabilir: Hiç kimse, kendisine yalan söylenmesini sevmez.

Buna rağmen her birimiz, bazı yalanları diğerlerine göre daha makul ve kabul edilebilir buluyoruz! Bu çok sık atlanan ama çok önemli bir detay, çünkü günlük hayatta kandığımız yalanların türünü de doğrudan doğruya bu belirliyor.

Amerikan Psikoloji Derneği tarafından yayınlanan yeni bir araştırmaya göre, eğer insanlar yanlış olduğunu bildikleri ifade ve iddiaların gelecekte doğru çıkabileceğine inanırlarsa, o ifadeler şu anda yalan ve yanlış olsa bile ona göz yummaya meyilliler – ve bu kişiler, o yalanları sosyal medya üzerinde yaymaktan da geri durmuyorlar!

Bu konuda akla ilk olarak siyasi yalanlar gelse de araştırmacıların gösterdiği üzere bu etki siyasetin çok ötesine geçiyor: Mesela birçok firmanın birçok reklamı ya düpedüz yalan ya da gerçekte olanın fazlasıyla abartılmasına dayanıyor. Ama tüketiciler bu yalan veya abartıların bir gün gerçeğe dönebileceğini düşündüklerinde, o yalanı yutmaya daha açık oluyorlar. Bu da pazarlamacılara kusursuz bir silah veriyor: Yalanı öyle bir at ki, gelecekte bir gün doğru olabilecek bir mesaj verilsin ve bu sayede sadece firmanın sadık müşterileri değil, firmanın reklamlarına şüpheci yaklaşan kişiler bile o yalana kansın ve iddia hakkında pozitif bir fikre sahip olsun. Gerçekten dahiyane!

Benzer bir durum, iş başvurularında da görülüyor: İnsanların özgeçmişlerinin önemli bir bölümü yalan ve abartılar üzerine kurulu; bunu herkes biliyor. Ama özgeçmişini hazırlayan biri, kendisiyle ilgili yalan veya abartılı olduğunu bildiği bir bilginin, gelecekte bir gün doğru olabileceğine inanıyorsa (mesela İngilizce bilgisinin bir gün gerçekten “ileri” olacağına inanıyorsa), o abartılı bilgiyi özgeçmişine koymayı “etik olmayan bir davranış” olarak görmüyor veya “daha zayıf bir ahlaksızlık” olarak görüyor.

İnsanların neden yalan söylediğini anlamak kadar, yalanların alıcılarının hangi durumlarda yalan söyleyen kişileri “daha az ahlaksız” bulduklarını anlamak da önemlidir. Çünkü sosyal medya yüzünden yalan bilginin yayılışında görülen akıl almaz artış (ve bunlara yönelik mücadele girişimleri), birçok fanatiğin aynı zamanda kendi idollerinin de mütemadiyen yalan söylediğini öğrenmelerine neden oldu. Fakat tam da bir fanatikten beklendiği üzere bu kişiler, kendi yalancılarının karşı tarafın yalancılarından “daha ahlaklı” olduğuna inanmaya meyilliler. Bu da yalan haberler nedeniyle giderek büyüyen siyasi kutuplaşmayı doğru bilgiyle tersine çevirme çabalarının olumlu etkisini kısıtlıyor. Tabii kendi yalancısının daha “ahlaklı bir yalancı” olduğuna inanan kitleler, o yalancının yalanlarını yaymaktan da geri durmuyor – hele ki o yalanın bir gün gerçek olabileceğine de inanıyorlarsa…

BİNLERCE KATILIMLI ARAŞTIRMA

İnsanların yanlış bilgiye neden göz yumduğunu keşfetmek için araştırmacılar, 3.600'den fazla katılımcıyı içeren 6 ayrı deney gerçekleştirdi. Araştırmacılar, her çalışmadaki katılımcılara, “açıkça yanlış” olarak tanımlanan çeşitli ifadeler gösterdi ve ardından bazı katılımcılardan, ifadelerin gelecekte nasıl doğru olabileceğine dair tahminler üzerinde düşünmelerini istedi.

Bir deneyde, araştırmacılar, İngiliz bir işletme okulunda okuyan 59 farklı ülkeden 447 işletme öğrencisine, bir arkadaşlarının özgeçmişlerinde yalan söylediğini, örneğin daha önce hiçbir deneyimi olmamasına rağmen finansal modellemeyi özgeçmişlerine bir beceri olarak yazdığını hayal etmelerini istedi. Araştırmacılar daha sonra bazı katılımcılardan, yalanın bir noktada gerçek olma olasılığını değerlendirmelerini istedi (örneğin, “Aynı arkadaş, okulun yaz aylarında açtığı bir finansal modelleme kursuna kaydolursa, finansal modelleme konusunda deneyim geliştirebileceğini düşünün.” gibi). Öğrencilerin, arkadaşlarının gelecekte bu beceriyi geliştirip geliştiremeyeceğini hayal ettiklerinde, o arkadaşın yalan söylemesinin “daha az etik dışı” olduğunu düşündüklerini buldular. Şu anda özgeçmişe yazılan o ifade hâlen bir yalan olsa bile!

Başka bir deneyde, 599 Amerikalı katılımcı, “Son başkanlık seçimlerinde milyonlarca insan yasadışı olarak oy kullandı” ve “Ortalama bir üst düzey CEO, ortalama bir işçiden 500 kat fazla kazanıyor” da dahil olmak üzere, muhafazakarlara veya liberallere hitap etmek üzere tasarlanmış, belirgin biçimde yanlış olan altı siyasi ifadeyi inceledi. Her bir ifade, saygın, partizan olmayan teyitçiler tarafından açıkça yanlış olarak etiketlenmişti.

[Burada şaşkınlıkla araya girmem gerekiyor: Araştırmayı okurken neden bir yanda gerçekte 2020 Amerikan seçimlerinde sadece 4 sahtekarlık vakası tespit edilebilmişken, “milyonlarca sahte oy” gibi absürt bir örnek verilmişken; diğer yanda “CEO’ların 500 kat fazla para kazanması” örneğinin verildiğini anlayamadım. Çünkü CEO’ların bu abartılı kazanç oranı bana hiç de absürt gelmemişti.

Önce bağımsız şekilde araştırıp gerçek sayıyı öğrendim; sonradan merakım iyice kabarıp da makalenin “Ek B” ve “Ek C” kısımlarını da okuduğumda gördüklerime inanamadım: Araştırmacıların bu “500 kat” konusunu “apaçık yanlış” olarak niteleme nedeni, gerçek sayının “500 kat” değil de “265 kat” olmasıymış… “4” sahtekarlık vakası ile “milyonlarca” sahtekarlık vakası arasındaki fark ile, “265 kat gelir” ile “500 kat gelir” arasındaki farkın aynı kefede olduğunu düşünmelerinin beni epey şaşırttığını söyleyebilirim.

İNSANIN KATLI HESAP SORUNU

İnsan beyninin 2, 3, 5, 10 kat farktan sonrasını düzgün bir şekilde tahayyül edebileceğini sanmıyorum. Yani birinin gelirinin sizinkinden 50 kat, 75 kat veya 250 kat fazla olmasını düşünmeye çalışın. Farklı algılamanız çok zor olurdu, hepsini “aşırı yüksek gelir” olarak görürdünüz. Dolayısıyla bunun adil bir “apaçık yanlış bilgi” kıyası olduğundan emin değilim. Daha iyi bir “bariz yanlış”, belki “İklim Krizi nedeniyle insanlık önümüzdeki 5 sene içinde sona erecek.” gibi bir ifade olabilirdi. Gerçi haklarını yemeyeyim; araştırmacılar da yalnızca bu cümleyi kullanmamışlar, toplamda onlarca ifadeyi test etmişler. Sadece makale boyunca verdikleri temel örneklerden biri bu olduğu için dikkatimi çekti.

Bu arada merak ediyorsanız, 265 kat “gerçeği” ne zamandan kalma bilemiyorum (muhtemelen veri toplamaya yıllar öncesinden başladılar) ama Economic Policy Institute’un ölçümlerine göre 1978’den beri CEO maaşı yüzde 1322 artarken, ortalama işçi maaşları sadece yüzde 18 arttı ve 2019 yılında Amerika’da ortalama bir üst düzey CEO ile ortalama işçi arasındaki gelir farkı 351 kata çıktı. Amerikan seçimlerinde belki hiçbir zaman milyonlarla ifade edilecek düzeyde sahtekarlık yapılamayacak; ama bu hızla giderse, önümüzdeki birkaç yılda “500 kat” kehaneti çoktan doğrulanmış olacak. İyi ki dergi hakemleri yazarlardan 1-2 kez daha düzeltme istememişler, yoksa araştırmacılar makaleyi basana kadar kullandıkları ifade sıradan bir gerçeklik haline gelecekmiş.

Her neyse, belki de bu absürtlük, politik spektrumun iki ucundaki kişilerin daha bariz yalanlara açık olması konusundaki farktan kaynaklanıyordur diyelim ve araştırmanın ana temasına odaklanabilmek adına, bu tuhaflığı “kabul edilebilir” bir tuhaflık olarak varsayalım ve devam edelim...]

Daha sonra katılımcılardan her bir ifadenin gelecekte nasıl doğru olabileceğine dair kendi tahminlerini oluşturmaları istendi. Örneğin, onlara “Ortalama bir üst CEO'nun şu anda ortalama bir Amerikalı çalışandan 265 kat daha fazla para kazandığı kanıtlanmış bir gerçektir.” dendi ve ardından, “Eğer ... olursa, ortalama bir üst CEO yakında ortalama bir Amerikan işçisinden 500 kat daha fazla para kazanacak.” gibi bir cümledeki boşluğu tamamlamaları istendi.

ETİK OLMAYAN DEĞERLENDİRME

Araştırmacılar, siyasetin her iki ucundaki yanlış ifadelerin önünde sonunda nasıl doğru olabileceğini hayal eden katılımcıların ifadeyi “etik olmayan” olarak değerlendirme olasılığının, geleceği hayal etmesi istenmeyenlere göre daha düşük olduğunu buldular. Çünkü gelecekte bu iddianın doğrulanabileceğini düşünenler, iddianın daha geniş anlamının doğru olduğuna inanıyordu ve dolayısıyla iddia hatalı olsa bile, onu doğru bulmaya meyillilerdi. Bu, özellikle de yanlış beyan onların siyasi görüşlerine uygun olduğunda geçerliydi. Daha da önemlisi, katılımcılar bu ifadelerin yanlış olduğunu biliyorlardı, ancak nasıl gerçek olabileceklerini hayal etmek, insanların onları daha mazur görmesine neden oldu. Hatta uzmanlar “Bakın, bu ifadeyi etik bulduğunuzu veya bulmadığınızı söylemeden önce iyi düşünün, bu yanlış bir ifade.” gibi düzeltici uyarılar yapsalar bile kişilerin yalan ifadeler konusundaki etik algı yumuşaması düzelmedi.

Tahmin edebileceğiniz gibi bu bulgular oldukça kaygı verici. Hem insanların belli durumlarda yalanlara daha açık olabileceğini gösteriyor, hem bu açıklığın nasıl manipüle edilebileceğini gösteriyor, hem de bu açıklığın kolay kolay düzeltilemeyeceği sonucuna varılıyor. Üstelik çalışmanın gösterdiği üzere bu insanlar, yalan olduğunu bildikleri şeyleri bir de etraflarına yayıyorlar.

İşimiz zor.