Tüm bu mümkünleri gerçekleştirebilecek olan da halkın örgütlülüğü. Geçtiğimiz günlerde Berlin halkının durdurma kararının ardından başlattığı eylemlilik ve mücadele sonuç verdi: Eylül ayının sonunda kentte konutların kamulaştırılması için referandum düzenlenecek.

Yalnız değil habersiz toplum

YUSUF TUNA KOÇ

Kira zamları, ülkede yeni bir toplumsal krizin kapısını aralıyor. Başlangıcı 2016’ya dayanan, 2018’de körüklenen ve pandemide ölümcül raddeye ulaşan ekonomik krizin toplumsal yansımaları artık halkın en temel en yaşamsal ihtiyaçlarını karşılayamadığı bir noktaya geliyor.

Türkiye’de 2021 verilerine göre, TÜİK’in belirlediği yoksulluk sınırının altında yaşayan insan sayısı 66 milyon. Bu 66 milyonun 16 milyonu da açlık sınırının altında yaşıyor. DİSK-AR’ın raporuna göre ise ülkede toplam çalışan nüfusun sadece üçte biri düzenli güvenceli bir gelire ve işe sahip. Bugün Türkiye, ekonomik çöküşün en ağır sonuçlarını yaşıyor. Üstelik bu sonuçlar, 20 yıldır öngörülen ve tahmin edilen sorunlardan kaynaklı. Bu sorunların göbeğinde ise doğrudan iktidarın siyasi ve sınıfsal tercihleri yatıyor.

Kriz dönemleri; birçok sorunu, sonucu ve sebebiyle berraklaştırırken çok daha katmanlı sorunları ise görünmez hale getirebiliyor. Ekonomik kriz, bugün hayatın her alanını etkiliyor. Türkiye’de yoksulların, emekçilerin acil taleplerinin hepsi çok doğrudan şekilde ortaya çıkıyor.

Fakat bu talepleri yükseltecek bir örgütlülük, bugünün en önemli sorunlarından biri. Örgütlülüğü düşünürken de çok yukarıdan bir tartışmadan öte, hayatın dayattıklarına gözümüzü açmak gerekiyor.

Kira sorunu, bu anlamıyla hem çıplak hem de toplumsal katmanlar içerisinde kimi zaman görünmez olabilen bir mesele. Sorunlar bu kadar netken, çözümleri bu kadar görünmez yapan da krizin kendisi. Krizi etkileyen ve krizden etkilenen tüm toplumsal, politik dinamikleri bir araya topladığımızda, cevap da berraklaşıyor.

TÜİK verilerine göre bugün Türkiye’de 23 milyon hane var. Bu 23 milyon hanenin 6 milyonu kirada oturuyor. Üstelik bu rakam, son on beş yıl içerisinde üçte bir oranında artmış. İktidar, konut hakkı konusunda da halkı mülksüzleştiren bir politika izliyor. Henüz geçtiğimiz aylarda yangın bölgesinde evini kaybetmiş halkı, daha yangınlar sürerken TOKİ’ye borçlandırmaya çalışan bir siyasi aklın kira krizine de çözüm bulamayacağı ortada.

İktidarın konut politikasının odağının da tamamen ranta, borçlandırmaya ve inşaata dayalı olduğunu eklediğimizde, bugün yaşanan krizin aslında bir beceriksizlikten öte doğrudan bir siyasi tasarı olduğu da daha net ortaya çıkıyor.

Bu sorunla mücadele etme şekli ise sorunun kendisi kadar hayatın içerisinde. Üstelik, Türkiye’ye özgü de değil.

Her yeni kuşak, neoliberalizmin kuşatması altında en temel güvencelerini, refah unsurlarını kaybederken; ev sahipliğinden kiraya doğru yüzdenin değişmesi de normal. Bu değişimin yeni nesillerde daha yoğun hissedilmesi ve dolayısıyla kent merkezlerine toplanması ise krizin öznesine yeni bir boyut katıyor. Bugün artık özellikle büyük şehirlerde bir kentin gerçek sahipleri kiracılar. Dolayısıyla doğrudan kent yaşamını üreten, hem kültürel hem ekonomik hem de toplumsal olarak ana belirleyicileri de onlar. Kiracılar, her ne kadar nüfusun çoğunluğunu oluşturmasa da yaşamın örgütlenmesinin temelindeki birim. Dolayısıyla kira krizi, doğrudan kentlerde yaşamı örgütleyen yoksul milyonların ensesinde.

Meselenin aciliyetini ve hayatiliğini de düşündüğümüzde, krizin çözümünü iktidar değişikliğine ertelemenin herhangi bir manası kalmıyor. Bugün Türkiye’de yoksulların gelirinin en az üçte birini kira oluşturuyor. Sorun tüm kent yoksulları için ortaklaşıyorsa, çözüm de ancak aynı ortaklıkla gelebilir.

Bu konuda en iyi örneklerden biri Berlin. Geçmişte kira fiyatlarının kent çapında sabitlenmesi, geçen 4 yılın ardından, 2019’da federal mahkeme kararıyla durdurulmuştu. Bütün bu süreçte kira artışı olmadığı için insanlar evlerinden çıkmamış, toplumsal yaşamın tüm belirsizlik ve güvencesizliklerine karşın barınma ve konut bir sabit güvence haline gelmişti. Böyle bir çözümün yaratacağı yeni kentliler sorununun çözümü de devletin işlevsel konut politikasıyla mümkün. Tüm bu mümkünleri gerçekleştirebilecek olan da halkın örgütlülüğü. Nitekim geçtiğimiz günlerde Berlin halkının durdurma kararının ardından başlattığı eylemlilik ve mücadele sonuç verdi: Eylül ayının sonunda kentte konutların kamulaştırılması için referandum düzenlenecek.

Bütün örnekler, kendine özgü dinamiklerin ve koşulların şekillendirilmesiyle oluşur. Fakat barınma ne kadar temel bir haksa, bunun güvencesi de bir o kadar basit: Örgütlenme ve mücadele. Bugün hepimiz aynı sorunu yaşıyorsak, bu sorunu beraber kurduğumuz hayatın içerisinde yaşadığımızı da hatırlamamız gerekir. Yalnız değil, birbirinden habersiziz. Neoliberalizmin bir başına ve güvencesiz bıraktığı milyonlar olarak, çözümü de bir başımıza değil bir arada bulabiliriz. Teker teker ev sahiplerinin keyfiliğini mümkün hale getiren iktidarın serbest piyasacılığı ise bunun önüne geçebilmek de birbirimizle tekrar bir olmanın politik yollarını üretebilmekle mümkün. Komşuluk, emekçilik, yurttaşlık, kent hakkı... Tüm bu nosyonlara dayanışmanın itici kuvvetini eklediğimizde, kira sorununun çözümü de önce semtimizde, sonra kentimizde, sonra tüm ülkede somutlaşabilir.