Yalnızlığınız kaç para ediyor

> ZİHNİ BAŞSARAY zihnibassaray@gmail.com

Pandalar doğal şartlarda etobur bir yapıya sahiptir. Yani yeseler yerler ama yemiyorlar. Ne yiyorlar peki? Bambu. Günde 9 kilo bambu yiyen bu panda hayvanı günde yalnızca 5 megawatt enerji harcar. Durumu olmadığı için değil, öyle yaşamayı sevdiği için. Bu hayvan yeri geldiğinde hamile taklidi yapıp fazladan yemek alacak kadar da zeki. Soyu tükenmese tükenmez ama o da böyle besleniyor. Sonuç odaklı değil yani pek. Yaşamına bakıyor. Kendi gerçekliğini yaşıyor. Aslına bakarsanız doğada gerçekliği reddedip kendi gerçekliğini kurmaya çalışan yalnızca tek tür var. O da insan.

Sonuç odaklı olmayı ve yaşamın gerçekliğinden sapmayı bize kapitalizm öğretti. Bireysel olarak kurumsallaştık. Markalar gibi kendimize hedefler, mükemmellik kriterleri ve başarı ölçütleri koyduk. Bir adet kurumsal kimliğimiz, iletişim stratejimiz ve maliyet tablomuz var. Ancak tüm bu hikayede unuttuğumuz birşey vardı. Şirketler grip olmaz, aşık olmaz ve heyecanlanmazlar. Oysa biz bütün duyguları yaşarız ve bu duygular birer kazanç değildir. Duygular insana dairdir ve yaşam tüm duyguları barındırır. Örneğin diğer tüm ihtimalleri reddedip mutluluk odaklı bir yaşam kurmaya kalkarsanız, mutlu olamadığınızda üzülürsünüz. İnsanın kendini daimi bir mutluluğa layık görüp, aksini tükeniş sayması ise tamamen bir kibrin sonucudur.

Silah, ilaç ve gıdadan sonra en büyük sektör insanın yalnızlığıdır. 2014 verilerine göre Türkiye’de yaklaşık 8 milyon insan antidepresan kullanıyor. Milyonlarca insanın açlık sınırının altında yaşadığı bir ülkede psikiyatrik durumuna özen gösterip bu noktada masrafa girebilecek insan sayısını bir düşünün. Bu insanlar içinden de psikiyatriye inanan ve “deli miyim ki ben” tepkisini vermeyecek insanları ayıklayın. Geriye kalan insanlar içinde 8 milyon insanın ne kadar korkunç bir sayı olduğunu farkedeceksiniz.

İnsanların tıbben yaşadıkları sıkıntılarla ilgili kullandıkları ilaçlarla ilgili konuşmak tabii ki saçma olur ancak antidepresan kullanma modasının oluştuğu bir zamandayız. Antidepresan kullanımının, tükenmişlik hissinin, mutsuzluğun ve “ayık dolaşmak acı veriyor” durumlarının popülerleşmesi ve bir endüstriye dönüşmesi çok tehlikeli ve çok korkunç. Mutsuzluk endüstrisine bir bakın. Kitaplar, şarkılar, dergiler ve daha sonsuz ürün mutsuzluğu yüceltip insanları daha da dibe itiyor. Üstelik bu endüstri oldukça azametli ve kazançlı şekilde ilerliyor.

Mutluluğu küçük şeylerde aramak lazım gibi aptalca şeyler söylemeyeceğim. Birşey aramak zorunda olmadığımızı savunuyorum. İnsanlık olarak bir yaşamı paylaşıyoruz ve zamana hepimiz tanıklık ediyoruz. Başka şekillerde tezahür etse de yaşanan her olayın herbirimizde duygusal bir karşılığı var. Hep vardı. Tarihin hiçbir döneminde bu dünya daha güzel olmadı. Aynı kendi hayatımızı, kendi hüznümüzü kayırıp “abi o da bişey mi, sen bana sor..” dememiz gibi kendi kötümserliğimizi kutsamak adına yaşadığımız çağı ve coğrafyayı kayırmak da kolayımıza geliyor.

Elbette ki yaşadığı gerçekliğin kendisinde yarattığı tahribata katlanacak gücü kalmamış insanlara laf edilemez. Ama kapitalist sistemin dayattığı “mükemmel insan” figürünü bilerek ya da bilmeyerek kendine benlik edinmiş insanların, gerçekliğinin o mükemmelliğe yetmediğini fark ettiğinde yaşadığı kibir zedelenmesinin de samimiyetsiz olduğunu düşünüyorum. İnsan olarak doğduk. Yaşamın gerçekliğinin bize biçtiğiden başka rolümüz yok. Olmak zorunda da değiliz. Güzel, yakışıklı, zengin, karizmatik, başarılı, mutlu, sempatik, cesur ya da üzgün olmak zorunda değiliz. Bu bir hiçlik değil, gerçeklik çağrısıdır.

Mutsuzluktan beslenmek insanı çürütür. Melankoliyi popülerleştirmenin, hüznü piyasalaştırmanın, kederi anlamsızlaştırmanın bizlere daha kötü kokan bir çukurdan başka getirdiği birşey yok. Gerçeğin üzerine gitmek yerine, üzgünler arasında en üzgün, mutsuzlar arasında en mutsuz olma yarışına kapılarak tüketiyoruz kendimizi.
Burası bizi öldürmek isteyenlerin falan değil, bizim ülkemiz. Yaşar Kemal’in Sivas Katliamı’ndan sonraki konuşmasına bir bakın. 36 arkadaşı, canı gitmiş Kör Kemal’in. “Türkiye’ye çok yazık oldu. Devrimciler, Türkiye’nin alnındaki bu kara lekeyi silecektir” diyor. 36 arkadaşım 6 gün önce öldürüldü, gerçekten konuşacak durumda değilim demiyor. Bir toprağın, ülkenin ve toprağa aidiyetin yükünü sırtlayıp konuşuyor. Bizim yüreğimiz, sırtımız bu denli geniş olmayabilir. Ancak bir zahmet yaşadığımız hayatın gerçekliğini omuzlayacak ve bize çizilen “mükemmel insan” figürünün ışıltısına kapılmayacak kadar cesaretimiz olsun.