Yalnızlık kavramını farklı boyutları ile ‘Yalnızlığa Övgü Bililtizami Burukluklar Külliyatı’ kitabında anlatan BirGün Yazarı Ali Murat İrat, “Yalnızlık üzerine hep olumsuz şeyler söylenmiş. Toplumsallaşma ve insanlar arasındaki iletişim gibi şeyler övgüye mazhar olmuş. Dolayısıyla sürekli olarak aslında insanların toplumsallığı, birbiri ile iletişim kurması ve bunun güçlendirilmesi üzerine koskoca bir külliyat var” dedi

‘Yalnızlık’ yetim kavramdır

DERYA AYDOĞAN

Yalnızlık kavramı tüm sanat türlerinde olduğu gibi edebiyatın da her zaman önemli konularından biri olarak karşımıza çıkmıştır. Yalnızlığı, farklı boyutları ile ‘Yalnızlığa Övgü Bililtizami Burukluklar Külliyatı’ kitabında anlatan BirGün Yazarı Ali Murat İrat ile ‘yalnızlık’ üzerine konuştuk.

İnsanı sanatçı yapan şey yalnızlıktır
►Kitabınız baştan sona ‘yalnızlıkla’ dolu. Neden yalnızlığı anlatmak istediniz?
Aslında bazı kavramlar insanlık tarihinde yetim kavramlar. Bunlardan birisi de yalnızlık. Yalnızlık üzerine hep olumsuz şeyler söylenmiş. Toplumsallaşma, insanlar arasındaki iletişim vb. şeyler övgüye mazhar olmuş. Dolayısıyla sürekli olarak aslında insanların toplumsallığı, birbiri ile iletişim kurması ve bunun güçlendirilmesi üzerine koskoca bir külliyat var. Felsefi külliyat da var edebi külliyat da var. Fakat ben bunun aksini düşünüyorum. Şöyle; insanlık tarihine baktığınız zaman bugün gelinen nokta hatta on binlik bir yazı geçmişi olduğunu varsayarsak, hep kan, savaş ve çatışma var. Buna rağmen insanlar bir etik zemin oluşturup ortak ve güzel yaşama umudunu korumaya çalışmışlar. Fakat bunu yapanların hepsi birlikte yaşam, birlikte yaşamın nimetleri gibi şeylere vurgu yapmışlar. Arada bazı figürler göze çarpıyor. Bu figürlere bakıldığında görünen şu: aslında insanlık tarihini yalnızlar yazıyor. Peygamberler, sanatçılar, siyasetçiler… Ve buradaki kastım örneğin bir siyasetçi milyonlarca kişiye dokunabiliyor. Bu dokunuşun kendisi siyaset zannediyor ve sayılıyor. Dünyayı değiştiren, dönüştüren o siyasi figürü ortaya çıkaran böyle bir şey değil. Bence içinde bulunduğu, kendi varlığı ile olan didişmesi. Ve bir insanı sanatçı yapan da, siyasetçi yapan da, peygamber yapan da ortak olarak yalnızlık. İnsanın kendi varlığına anlam kazandırmaya çalışması. Bunun için didinmesi, çabalaması ve bunu tam bir yalnızlık içinde yapması. Yalnızlığın üretici olan tarafı bu ve bence insanların büyük bir kısmı da en çok yalnız olduklarında kendilerini anlayabiliyorlar, kendilerine soru sorabiliyorlar, hatta dış dünyayı ve toplumu da ancak o zaman daha iyi kavrayabiliyorlar. Yalnızlık yetim bir kavram. Dediğim gibi dünya tarihini yazanların büyük kısmında bu derin, varlığa ilişkin yani ontolojik bir yalnızlık hali mevcut. Bunu biraz deşmeye, belki buna işaret etmeye çalıştım.

Yalnızlık, insanın kendi varlığına anlam kazandırabilmesi ile ilgilidir
► Toplumsallaşmaya çalıştıkça yalnızlaşıyor muyuz?

İki türlü yalnızlık var bence. Bir tür yalnızlık şu - modern dünyanın daha da derinleştirdiği yani modernizmin ortaya çıkardığı değil ama derinleştirdiği yalnızlık- insanın örneğin metroda seyahat ederken kitap okuması yalnızlık işaretidir. Ya da cep telefonuna sürekli olarak bakıp dolanması bir yalnızlık işaretidir. Çünkü ikinci bir kişi yoksa yalnızsınızdır. Bu materyal bir yalnızlık. Yani başkasının yokluğu ile ilgili olan yalnızlık. Bir de benim söylediğim bir yalnızlık hali var. Bütün her şeye, bütün iletişime rağmen insanın kendi varlığına anlam kazandırabilme savaşı ile ilgili yalnızlık. Albert Camus ’nün dediği gibi dünyaya fırlatılırsınız ve bu çok saçma bir şeydir. Yani dünyaya gelirsiniz ama bunun hiçbir anlamı yoktur. Bu saçma şeyin kendisi insanın varlığına anlam kazandırma savaşı haline gelir. Bu, yaratıcılığın da ilk basamağı ve olması gereken zeminini oluşturur. Dolayısıyla aslında biz daha çok yalnızlaşıyoruz, evet, nasıl yalnızlaşıyoruz? İlk başta söylediğim metrodaki insanların, ailede odaların ayrıştırılması… Burjuva ailesi artık her bir çocuğa bile ayrı oda verebilme durumuna geldi ve ortak yaşam alanlarının daraltılması, salonun ve mutfağın eskisi kadar kullanılmaması, ortak saatlerin artık ortadan kalkmış olması; çünkü artık herkesin işten, okuldan, sokaktan eve gelme saatinin değişmesi ve farklılaşması insanların kontakta kalmasını engelliyor. Bunu zorlaştırmanın ötesinde geçersiz kalıyor. Bu yalnızlığın kendisini sorgulayarak üretici bir yalnızlığa dönebilir. Benim söylemeye çalıştığım şey bu. Bütün pesimistler yani kötü düşünenler, geleceğe karşı olumsuz ve negatif düşünenler, güne ilişkin negatif düşünenlerin hepsi aslında bana çok çekici çok samimi gelir. Çünkü onlar var olanın içerisindeki o karmaşayı, çelişkiyi en iyi keşfedip bulup çıkaranlar olarak bana geliyor. Bunlardan birisi Nietzsche’dir. İkincisi ise Kaosun Kutsal Kitabı’nı yazan Albert Caraco’dur, Charon’dur. Bugüne kadar gelir. Bunların temsilcileri yetim insanlardır. Aslında bir yandan da yetim yazarlardır. Çok okuru yoktur ama bilen de bilir. O derinliği, derinliğin içerisindeki insanın varlığına ilişkin sürekli dönüp duran cadı kazanını görür. Yani hepimizin içerisinde olan. Dediğim gibi iki türlü yalnızlık var. Bunlardan birisi hepimizin maruz kaldığı, ötekinin olmadığı yalnızlık. Öbürü binlerce insana temas etsek bile hâlâ varlığımızı, bu ilişkileri sorguladığımız dolayısıyla ‘ben niye buradayım ve bunu yapıyorum’u her beşeri ilişkide sorguladığımız yalnızlık türü. Felsefi bir yalnızlık diyebiliriz buna.

O yüzden mi romantizmle çok bağlantılıdır?

yalnizlik-yetim-bir-kavramdir-541993-1.



► Yalnızlığın neden romantizmle bağlantılı olduğu düşünülür?
Romantik gelenek özellikle Alman romantikleri insanların birbirlerine olan aşk ilişkilerine bir yüceltme koydular. Dediler ki; insanlar tanrısal bir ilişki yaşayabilir. Aşk aslında bu dur. Hristiyanlıktan aldığı geleneği biraz sekülarize ettiler. Ama bence romantizm çok kafa bulandırıcı bir şey ve aslında böyle bir şey yok. Olan biten şey şu: insanın cinselliği, sevişmesi, bedensel orgazm yaşaması, aşık olması ve diyelim ki yaratıcı yalnızlık dediğimiz yalnızlığın kendisi bir şeye işaret ediyor. O da insanın ölümlü olmasına. Bunu ben formüle etmedim. Bunu formüle eden büyüklerimiz var. Mesela George Batay bunlardan birisi ve örneğin o orgazma ‘küçük ölüm’ der.

İnsanın bir varlık olarak ölüme karşı gündelik yaşamda yapabileceği en iyi şey sevişmek. Bunun kendisi her an ölüme başkaldırı ya da ölüme karşı koyuş ortaya çıkarıyor. Çünkü sevişme dediğimiz şeyin içinde üreme de var. Üremek için duygulu ya da duygusuz sevişmek zorunda. Yani cinsel birleşme olmak zorunda. Bunun kendisi ölüme bir karşı koyuş. Türün devamı, canlılığın devamı ya da insanın gelecek nesillere aktarabileceği tek kalıt, çünkü her şey gidecek, akıl ve beden gidecek, çocuğu gibi… Bu hem içgüdüsel diyebilirsiniz hem kültürel hem de ideolojik diyebilirsiniz. Bütün bu yalnızlık meselesinin aşkla ve aşkla birlikte tutku ve şehvetle, cinsel birleşmeyle vs. ne derseniz bütün bununla ilişkisi insanın ölümlü olmasıyla direkt bağlantılı. Ama romantizm bunların arasında ortalığı bulandırmaya çalışan CHP gibi geliyor bana.

►Kitabın girişinde ‘Bu kitap insanlar için yazılmıştır. Hayvanlar henüz okumadığı için onlara bir şey söylemiyorum, üstlerine alınmasınlar.’ Bundan biraz bahseder misiniz?

Hayvan ve insan arasında en büyük fark dil meselesi. Beyniniz gelişebilir, bunun için imkan var. Tıpkı insanın beyninin evrim sürecinde değişmesi ve gelişmesi gibi. Bu tür değişimin hayvanlar için olmayacağına dair bir garantimiz yok. Ben bu ihtimali ihmal edemezdim. Bundan beş yüz sene sonra hayvanlar bu kitabı okursa bana çok kızabilirler. Böyle bir şey olmayabilir, ama kızabilirler. O yüzden böyle bir şeyi ihmal edemezdim. Böyle bir şeyin olanaklı olmasına dair çeşitli şeyleri var. Organik olarak beyin gelişimi, hayvanlar soyut düşünebiliyor mu? Ben düşünebildiklerine inanıyorum çünkü bazı davranışları, bazı hastalara yakalanıyor olmaları mesela hayvanlarda kediler köpekler bize en yakın olan ve onları daha iyi anlayabileceğimiz varlıklar. Bazılarında şizofreni olabileceğini düşünüyorum. Psikiyatrist ya da doktor değilim ama okuduklarım ve gördüklerimden böyle bir çıkarımda bulunabiliyorum. Obsesif kompülsif olabilir. Takıntıları yok mu? Vardır elbet. Sahipleri bunu daha iyi değerlendirir. Dolayısıyla soyut düşüncenin olabileceğini düşünüyorum. Soyut düşüncenin olmaya başladığı yerde gramer ve matematik olarak dilin gelişmemiş olması. Bunu geliştirirlerse tür olarak insanın ‘vay haline!’. Bizim onlara bugüne kadar yapmış olduğumuzu yapmaya çalışacaklardır. Çünkü onlar da insanlar gibi biokütle… Yani hazza yönelen ve arzularını tatmin edemeyen ve tatmin ettikçe de yeni arzuların önüne konulduğu bir biokütle, onlar da öyle. Bunun akıllı hali insan. O yüzden en tehlikeli hali insan. Sorunuza geri döneyim… Onlar bu dil devrimini gerçekleştirirse vay halimize ama ihtimal var. Onu ihmal etmek istemedim.