Karşımızda yamyam bir toprak sahibi var, zamanında hayatta kalabilmek için bir arkadaşını yemek zorunda kalmış, şimdiyse özenle insan hamburgerleri yapıyor. Bir de sadece yamyamlık yapanlara saldıran, normal insanlara görünmeyen bir canavar var. Adam canavardan kaçabilmek için, arazisinde kamp yapmalarına izin verdiği gençlere özel hamburgerlerinden yedirerek onları birer yamyama, dolayısıyla canavarın avına dönüştürüyor.

Kapitalizm, faşizm ve inanç sömürüsü başta olmak üzere dünyayı mahveden olguların kitleselleşme yöntemlerini anlatmak için çok iyi bir hikaye bu. Ama yeni gösterime giren The Young Cannibals/İnsan Yiyenler adlı film bu zengin metaforik temayı ne yazık ki feci biçimde harcamış.

Sömürü ve baskıya dayanarak yükselen her türlü sistem, belli bir aşamadan sonra yaşayabilmek için kendini ‘mini benzerler’i yoluyla -fraktal biçimde- çoğaltmak zorundadır. Böylece ezilen ve sömürülenlerin bir araya gelip sisteme başkaldırması giderek zorlaşır. Kendini alt birimlerde çoğaltarak yeniden üretme stratejisi, katı bir hiyerarşi ve emir-komuta zinciriyle işleyen baskıcı yapılarda açıkça yaşamsal bir unsura dönüşür. Stanley Kubrick filmi Full Metal Jacket’ta (1987) acemi birliğindeki erleri Vietnam’a göndermeden önce birer ölüm makinesine dönüştürmeye çalışan faşist Çavuş Hartman’ın, kilolu ve öğrenme zorluğu yaşayan bir askeri bizzat bölük arkadaşlarına ezdirerek ‘eğitme’siyle arazi sahibi Blackwood’un kampçı gençleri yamyamlaştırması aynı yerden doğar, aynı amaca hizmet eder.

Psikiyatride “paylașılmıș psikotik bozukluk” (PPB) diye tanımlanan ilginç bir hastalık durumu var: Bireylerin yeterince bağımsızlık geliştiremediği bazı aile ve arkadaş ortamlarında, gerçek olanla olmayanı birbirinden ayırma yetisinden yoksun bir kişinin temelsiz inanç ya da halüsinasyonları ortamdaki diğer bireyler tarafından tekrarlanıyor.* Psikiyatristlerce küçük topluluklara özgü olduğu gözlemlenen bu ‘paylaşılan delilik’ halini doğrudan toplumsal bir olgu olarak sunmak doğru olmaz tabii, ama faşizm ve onun temel altyapı birimi kapitalizmin sömürü ve baskıyı nasıl kabul edilebilir kıldığını araştırırken PPB işe yarayacak bir düşünsel aygıt olabilir.
Kanal İstanbul örneğini alın: RTE’den önce hiç kimsenin dile getirmediği hatta belki düşünmediği, bugün RTE ölecek olsa yarından itibaren en ateşli destekçilerinin bile artık anmayacağı gereksiz, tehlikeli ve ‘çılgın’ projenin bu kadar popüler bir gündem maddesi oluşunu anlamaya çalışırken PPB epey yardımcı oluyor.

Hükümetin uluslararası ilişkilerdeki saldırgan tutumunun, belli bir zümreyi kollamaktan başka amacı olmayan ekonomi politikalarının, başta eğitim ve sağlık olmak üzere en önemli kurumları mahveden akıldışı uygulamalarının toplumsal akıldaki karşılığına bakarken kullanabileceğimiz bu aygıtın işleyişini çözümleyebilirsek, belki PPB büyüsünden, kendi yarattıkları canavara kurban etmek için bizi de yamyamlaştırmaya çalışan yamyam erk sahiplerinden kurtulmanın yolunu da bulabiliriz.

*PPB hakkında henüz yeterince veri ve bilimsel çalışma yok. Ama en azından başlangıç için şu makaleye bakılabilir: “Türkiye’de Paylaşılmış Psikotik Bozukluk (folie a deux)”; Özge Doğanavşargil, Mehmet Eryılmaz, Buket Cinemre, Özmen Metin; Psikiyatrik Güncel Yaklaşımlar-Current Approaches in Psychiatry, 2009/1,215-228