İstanbul sokakları bayramın daha ilk gününde keskin bir kemik kokusu ile doldu

İstanbul sokakları bayramın daha ilk gününde keskin bir kemik kokusu ile doldu. Özellikle çöp kutularının yakınından geçilmiyor. İnsanlarımız bayramdan bayrama bir lokma et buluyorken, bu kokular nedeni ile gizli bir horgörü içeren, okumuş adam eleştirileri yapacak değilim. Ayrıca bir lokma eti tadanların keyfini kaçırmak için “yamyamlık” ve etoburluk paralelliği de kurmayacağım. Konumuz insanın hayvanı yemesi üzerine değil, insanın insanı yemesi üzerine…

İnsanlık tarihinde “yamyamlık” tartışmaları kesin bir çözüme ulaşılmış değildir. Antropologların, ilk insanların, hatta insansıların böyle bir evre geçirip geçirmedikleri üzerine farklı yaklaşımları vardır. Özgün bir bilimsel makale iddiamız olmadığından, bu konuda biraz ayrıksı yaklaşımda bulunma hakkı görüyoruz kendimizde.

Öncelikle, “yamyamlık” tamamen bir beyaz adam kavramıdır. Bu kavramın temsil ettiği içeriği kendisinden uzaklaştırmak için siyah adam ile özdeşleştirmiştir. Özdeşleştirmenin ötesinde “yamyamlığı” siyah “vahşi” insanın üzerine kurgulayıp, anonim bir imgeye dönüştürmüştür. Hemen göz önüne geliveren, kafasında kemikle çizilen siyah insan karikatürlerini düşünün. Hiç de masum değildir bunlar. Hiçbirinin de sanatsal özgürlük, düşünce ve ifade özgürlüğü ile açıklamasının bence haklılığı ve meşruiyeti yoktur. İşte, siyah insana karşı bu denli içselleştirilmiş bir karşı “vahşilik” yapılmaktadır. Yapanlar bunda kendilerini haklı görmekteler.

Beyaz adam kendi “yamyamlığına” bir örtü olarak bu imgeyi yaratmıştır. Bu yorumun klişe veya çok ezber olması, bu sonucu değiştirmez.
Doğada, etoburlar dünyasında hayvan hayvanı yer. Ama kendi türünü yeme alışkanlığı sık görülen bir şey değildir. Kurt kurdu kolay kolay yemez örneğin. Thomas Hobbes “Homo homini lupus” yani “İnsan insanın kurdudur” demiştir. Buradaki örnek, sosyolojik bir temelde bir sosyalleşme ve sosyo-ekonomik olguyu anlatmak için kullanılmıştır.

Bazı bilim insanları, insanın kendi türünü yemesi olgusunu incelerken, ilginç bir değerlendirme yaparlar; ilk insanlar, sadece kendi topluluk üyelerini “insan” olarak gördükleri için, topluluk dışındakiler “insan” olmadığı için, onları yeme davranışı yaşanmış olabilir. Yani bu durumda, insan insanı değil, “ötekini” ritüeller için veya yok etmek için yemekte!

İnsanın içinde bu ilk dönemden kalma bir “yeme” potansiyel hala var. IŞİD örneğinde bunu görüyoruz. Onlar bir insanı değil de, kendileri için “öteki” olanı, onun kalbini ve ciğerini yeme vahşetini yapabiliyorlar. Olayın vahşetle korkutma ve başkaca toplumsal boyutları da var. Elbette IŞİD vahşetini kolay bir antropolojik olguya indirgeyip, bir biyolojist yaklaşımla onları meşrulaştırmıyoruz. Vahşetin nasıl yapılabildiği bir yana, insanın kendine çizebileceği meşruiyet sınırlarının sonsuzluğuna dikkat! Buna, “yamyamlık” demenin bir sakıncası da yok. Yeni zamanların – artık tırnak işaretsiz- yamyamlığı… Bu yamyamlığı yaratan da, yine bu kavramın sahibi olan beyaz adamın beyaz dünyası. IŞİD’in dişleri, muktedirlerin dünyasının dişleridir. Bizimkiler de buna dahil.

Sosyal medyada dolaştırılan bir bilgi var; Müslümanlar tarafından öldürülen Müslüman sayısının, Müslüman olmayanlarca öldürülenlere göre çok yüksek olduğu üzerine… Böyle indirgemeci bilgilerin dolaştırılması yanlış. Ama bu örneği, beyaz adamın savaşla ve sömürüyle “yediği” insan sayısıyla, ilk insanların –olası- yediği insan sayısı oranına uyarlamaya da matematiğin aklı yetmez! İyi bayramlar!
Haftaya dize; “mumların soğuduğu bir zamandır bu” (Fatma N. Geçitte, Yasakmeyve Y.)