Orman yangınlarını tespit ve ulaşmada ne kadar hızlı olursak o kadar iyi sonuç alırız, ancak gerek doğal gerekse yapay yoldan yeniden orman kurarken de o denli temkinli olunmalı, tüm koşullar araştırılarak ve aceleye getirilmeden hareket edilmelidir.

Yanan ormanlarda kaç gün?

Prof. Dr. Gülen Özalp - Orman Fakültesi Öğretim Üyesi, Türkiye Ormancılar Derneği Marmara Şubesi 2. Başkanı

Ne zaman bir orman yangını haberi izlesem, okusam Koca Usta Yaşar Kemal‘in “Yanan Ormanlarda 50 Gün” hikâyesi gelir aklıma! Tarım alanı ve otlatma için orman yakan köylü profilinden bugün ormanlarını canı pahasına korumaya çalışan vatandaş profiline evrilerek geçen 50 yılı düşünürüm.

Daha Rize-Artvin’de canımızı alan, mal kayıplarına neden olan sel felaketinin yaraları henüz tazeyken 28 Temmuz’da Manavgat ilçesinde başlayıp, daha onu söndüremeden Muğla’dan Antakya’ya neredeyse tüm Akdeniz bölgemizi saran, zincirleme yangın felaketiyle karşı karşıya kaldık.

Atalarımız “ateşle suyun önünde durulmaz” derken bir bildikleri varmış. Bugün sahip olduğumuz bilgi ve teknoloji sayesinde doğaya hâkim olacağımızı sandık, ama Almanya ve Belçika’da bu yıl meydana gelen sel felaketleri, geçtiğimiz yıllarda Avustralya’da ve ABD’ de aylarca süren yangınlar bunun çok da kolay olmadığını gösterdi. Doğa bilimleriyle uğraşanlar bilirler, doğaya inadına meydan okuma olmaz, ancak uzlaşma olur.

Ülkemiz Akdeniz ikliminin egemen olduğu Akdeniz çanağı denen bir coğrafyada yer alır ve bu iklimin özelliklerini ta ortaokuldan ezbere biliriz, tekerleme gibidir. ”Yazları sıcak ve kurak, kışları ılık ve yağışlı.” Akdeniz ve Ege bölgelerimiz tam da bu iklimin tipik olarak yaşandığı yerlerdir ve bazı yöreleri yaz aylarında 4-5 ay hiç yağış almaz.

Ülkemizin bir başka özelliği de uygun coğrafyası nedeniyle pek çok medeniyetin beşiği olmasıdır. Ancak bu durum ormanların aleyhine gelişmiş, doğrudan ve dolaylı olarak zarar görmeye başlamıştır. Bugüne gelindiğinde artık ülkemiz hem küresel etkilerin hem de yerel-ulusal baskıların sonucu orman yoksulu bir ülkedir; var olan ormanlarımız da üretim baskısı ve orman içinde farklı amaçlı (maden, turizm, eğitim kentleşme vb.) tahsisler nedeniyle yapısı bozulmakta ve parçalanmaktadır.

28 Temmuz’da Manavgat’ta başlayıp Muğla’dan Antakya’ya kadar bölgeyi etkileyen, bir ilimizin neredeyse tümüyle etkisi altına alan yangın devam ediyor ve daha ne kadar süreceği belli değil, çünkü söndürme çalışmaları umut vermiyor, üstelik yenileri ekleniyor. Ülkemiz ve Orman Teşkilatı orman yangınlarıyla yeni tanışmıyor. Kurulduğu 1939 yılından beri edindiği deneyimler, zaman içinde gelişen teknolojiye uygun oluşturduğu donanım ve organizasyon, diğer kamu kurumlarıyla işbirliği içinde yangınla baş edebilmeyi büyük ölçüde başarmış bir teşkilattı. Ancak iklim krizinin yanına bir de yönetim krizi eklenince; çıkan yangınlara ilk müdahale, büyümesinin önlenmesi ve söndürülmesi de bir kriz haline geldi. Geçmişte olduğu gibi yangınlarla ilgili orman teşkilatının yerel ya da merkez yetkilisini boşuna aradı gözlerimiz.

Kamuoyu her yangında olduğu gibi, şu soruyu soruyor; “Yanan alanlara ne olacak?” En çok da imara açılmasından endişe ediliyor. Anayasa’mızın 169. Maddesi; “yanan alanlar hiçbir şekilde orman dışına çıkarılamaz, başka kullanımlara konu edilemez” dese de bazı örnekler ve tam da bugünlerde yürürlüğe sokulan 7334 sayılı Turizmi Teşvik Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun bu yöndeki kaygıları artırmıştır.

Diğer yandan yanan alanlarda ne yapılması gerektiği ve ne yapılacağı ile ilgili çeşitli tartışmalar yapılmaktadır. Bir taraftan hemen ağaçlandırma için destek kampanyaları düzenlenmekte, diğer taraftan da yangının Akdeniz ekosistemlerinin doğasında var olduğu, hatta bunun yenilenme için bir fırsat olduğu, fazla bir şey hatta hiçbir şey yapmaya gerek olmadığı gibi görüşler ileri sürülmektedir. Evet, bazı ekosistemler için yangın bir yenilenme aracıdır (Sibirya-Tayga ormanlarının gençleşmesi büyük oranda yangınla olur, çünkü çok kalın ayrışmamış yaprak tabakası çimlenme ve köklerin zamanında toprağa ulaşmasına engel olur.), ancak burada söz konusu olan, doğal yoldan ortaya çıkan yangınlardır. Hatta en uç söylem, ormanların var olmak ve yenilenmek için insana ve müdahalesine hiç ihtiyacı olmadığıdır. Ancak şunu da biliyoruz ki bugün doğasından en çok uzaklaşmış canlı insandır ve insanın bugünkü yaşam biçimi, ekosistemlerin uzun dönemli tamamen doğal dengesine kavuşmasına engeldir. O nedenle de ancak doğaya yakın ekosistemlerden konuşabiliriz ve bu süreçte de insanın desteğine ve korumasına ihtiyaç vardır.

28 Temmuz’da başlayan ve Muğla’dan Antakya’ya kadar deniz seviyesinden başlayıp 1000 metrelere kadar ulaşan, çok geniş bir alanda çeşitli büyüklüklerde devam eden yangında başta Kızılçam ormanları olmak üzere Karaçam ve geniş yapraklı birçok ağaç türü ve maki vejetasyonu zarar görmüştür.

Yanan orman alanlarında yapılacak olan işlemler prensip olarak Orman Genel Müdürlüğü’nün koordinasyonunda, çeşitli birimlerinin ortak çalışması ile gerçekleştirilmektedir. Bu; “yanan alanların silvikültürel açıdan değerlendirilmesi” şeklinde yapılır. Bu bağlamda buralarda yangın söndürüldükten sonra yapılacak ilk iş, bu alanların korunması için gerekli önlemlerin alınması olmalıdır. Özellikle yanan alanların büyük bölümünün turizm bölgelerinde olması nedeniyle bu çok önemlidir ve yasal olarak yanan alanların başka kullanımlara dönüştürülmesi mümkün değilse de, ülkemiz her şeyin yasal yollarla yapılmadığının örnekleriyle doludur ne yazık ki!

Daha sonra tüm yanan alanlarda, bu alanlara ait amenajman planları (ormanların envanter ve fonksiyonlarının yer aldığı planlar) da dikkate alınarak durum tespiti yapılmalıdır. Çünkü alanların ağaç türlerine, ormanın kapalılık-sıklık-yaş-boy durumuna, yanmanın derecesine ve planlarda o ormanlara verilen fonksiyonlara göre yapılacak olan işlemler de farklı olacaktır.

Bu belirlemelerden sonra asıl sorun, herhangi bir şekilde alanın doğal yolla gençleştirilmesinin mümkün olmadığı yerlerde ortaya çıkar. Çünkü üzerinde yeterince tohum verebilecek ağaçların bulunduğu ve toprak üzerindeki vejetasyonun gençleşmeye engel olmayacak düzeyde olduğu yerlerde Kızılçamın gençleştirilmesinde pek bir sorunla karşılaşılmaz. Aynı şeyi Karaçam için de söylemek mümkün.

Ancak yeterli tohum verecek ağaçların olmadığı alanlarda da iki yol söz konusu olabilir. Ya yakın çevreden toplanacak tohumlarla yapay gençleştirme ya da yine o yöreye uygun orijin konusu dikkate alınarak (bir türün güvenli olarak götürülebileceği yatay ve dikey mesafeler) yetiştirilecek fidanlarla ağaçlandırma yapmaktır. Ağaçlandırma yaparken de alanın toprak işleme adı altında tamamen vejetasyondan arındırılmaması da gerekir.

Yangından önce de bozuk orman (maki) olarak ayrılmış ve hiçbir işlem öngörülmemiş alanlara ilk etapta herhangi bir müdahaleye ya da işleme gerek olmayabilir, çünkü bu bitki örtüsü içinde bulunan türler genellikle kısa sürede kuvvetli sürgün verebilen türlerdir. Ancak buraları yangın sonucu daha da açık hale geldiğinden, özellikle sarp alanlarda sağanak şeklindeki yağmurlarla erozyon tehlikesi söz konusu olabilir. Bunu da gözden kaçırmamak gerekir.
Bütün bu işlemler yapılırken yerel teknik personelin ve orman işletme şeflerinin gözlem ve tespitleri çok önemlidir, çünkü ormancılıkta yerellik prensibi (bir yerde doğru olan başka yerde yanlış olabilir) vazgeçilmez prensiplerdendir.

Tüm bu işlemler yapılırken önerimiz; o alanda bulunan kızılçam, karaçam, bazı yerler için sedir gibi egemen ağaç türlerinin dışında yangına karşı dayanıklılığı ve aynı zamanda biyolojik çeşitliliği destekleyen başta servi olmak üzere o yörelerin geniş yapraklı ağaç türlerine de yangın emniyet şeritleri ve orman kenarlarında yer verilmesi, dere içlerinde de dere vejetasyonunun korunmasıdır.

Orman yangınlarını tespit ve ulaşmada ne kadar hızlı olursak o kadar iyi sonuç alırız, ancak gerek doğal gerekse yapay yoldan yeniden orman kurarken de o denli temkinli olunmalı, tüm koşullar araştırılarak ve aceleye getirilmeden hareket edilmelidir. Çünkü ormancılıkta bazen hata yaptığınızı anlamanız yıllar alabiliyor ama bedelini bir gün mutlaka ödüyoruz.

Ancak sonuç olarak şunu da kabul etmek gerekir ki, yaşadığımız coğrafyada değişmedikçe, dünyadaki iklim krizi devam ettikçe ve gerek nüfus artışı gerekse politik nedenlerle ormanlar üzerindeki baskılar arttıkça 50 günden çok daha fazla günümüz yanan ormanlarda geçecek demektir. Yangın var olacak; evet, ama hedefimiz; daha az sayıda olması, erken müdahale, büyümeden söndürülmesi ve canlara zarar vermemesi olmalıdır.