Korkunun gölge, çizilen çembere hapsolmanın öğrenilmiş çaresizlik, umudun çığ olabileceğini yaşayarak test ediyoruz. Öte tarafta durum farklı. Erdoğan’ı, AKP ve ‘paydaşlarını’ zor günler bekliyor. İktidar açısından bu sonucun arkasında, ‘tencere’, ‘poşet çay’, ‘bıktıran Don Kişot sendromu’, ‘kıymetsizleştirilen insan’ var. Çorbaya muhtaç halk, ‘üç kuruşluk çayla bu işi kıvırırım kibrine’ tokat attı. Önce yel değirmeni yaratıp, […]

Korkunun gölge, çizilen çembere hapsolmanın öğrenilmiş çaresizlik, umudun çığ olabileceğini yaşayarak test ediyoruz. Öte tarafta durum farklı. Erdoğan’ı, AKP ve ‘paydaşlarını’ zor günler bekliyor. İktidar açısından bu sonucun arkasında, ‘tencere’, ‘poşet çay’, ‘bıktıran Don Kişot sendromu’, ‘kıymetsizleştirilen insan’ var.
Çorbaya muhtaç halk, ‘üç kuruşluk çayla bu işi kıvırırım kibrine’ tokat attı. Önce yel değirmeni yaratıp, sonra ona saldıran akılsızlığı gördü. Kavgadan yorulduğunu anlattı. “Kızımın katilini koruyamazsın, Çanakkale ile kıyaslayıp tükettiğin 15 Temmuz’un ekmeğini daha fazla yiyemezsin, babamı, kocamı reklam malzemen yapamazsın” dedi.

‘Kutsal sandıktan’ çıkan; soğan kuyruğundaki Ayşe teyzedir. Tekrar tekrar sayılan; “Güvenlikten söz ediyor ama kızımın katilini aklıyorsunuz” diyen 11 yaşındaki Rabia Naz’ın babası Şaban Vatan’dır. İktidara ayar çeken; darbede babası Mustafa Canbaz’ı yitiren Alpaslan Canbaz, eşi Erol Olçak’ı yitiren Nihal Olçak’tır.

Erdoğan nasıl kabullendi?

Anlaşılmayacak bir şey yok. Bunu, toplumsal eğilimler konusunda uzman olan ve içgüdüleriyle sosyologlara taş çıkaran Erdoğan da anladı. Tanıdığımız Erdoğan, İstanbul için, ‘pösteki sayılmasını beklemez’ halkı sokağa davet ederdi. Meyillense de arkasından kimsenin gelmeyeceğini ve boşa düşeceğini çabuk hissetti. Belli ki şu anda ‘Ha deyince konsolide edeceği’ kitlesi yok. Üstelik erime sürüyor; yoksullaşan halk Diyarbakır kayyumunun, mermer üzerinde LCD seyrettiğini öğrenmekten hoşlanmıyor.

‘Paydaşı’ ise ‘aynı gemide’ tedirgin. Zaten para yoktu, üstüne ‘haydan gelen huya, belediyeden gelen ihaleciye, vakfa, ranta, yandaşa gider’ ferahlığı da bitti. Güç kaygandır, yandaş hortum, troll maaş, savaş bütçe ister. Yoksa ne yerlilik, ne millilik ne ‘Abdülhamit Hancılık oyunu’ kalır. Erdoğan tüm bunları değerlendirdi, ‘kızgın demiri soğutmak’ ifadeleri ile YSK bahsini de tamamen kapattı.

Çete ilişkileri

Şimdi başka bir evredeyiz. Belge akacak, hırsızlığın, arsızlığın her yere sıvandığı görülecek. Çete ilişkilerinin ortaya çıkması ile ‘sıvanan şeyin’ üstüne tüy dikecek. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun alımları durdurması ve belediyenin bütün elektronik veri tabanında inceleme istemesi kimlerini çok korkuttu.

Ortada yalnız “rant bitecek” kaygısı yok. Ak milisler, çete ilişkileri, toplumu ‘tahrik ve tahrip edici’ vakıf yuvalanmaları tedirgin. Tetikçilerden Osmanlı Ocakları’na, yandaş mafyadan İsmailağa Cemaati’ne tutuşanlar var. Mesele sadece cüzdan değil mafyatik ilişkilerin ortaya çıkması endişesi yani. Erdoğan bu tip kırılma anlarında iki kurgu yapar. Ya işbirlikçisi ile bir olup savaş çıkarır ya da işbirlikçisini satıp, kendini ayrıştırır. Onunla savaşmaya başlar ve toplumu da buna inandırmaya çalışır. Sessizliği, ‘geçici yumuşama isteği’, plan evresinde oluşundan. Göreceğiz.

Bir handikabı daha var. İyi bir ‘toplum ölçer’ ve taktik ustası olsa da bu kez rakipleri çetin. Ekrem İmamoğlu aikido yapıyor. Karşıdakinin gücünü tutup, ona yönlendiriyor. Tarzı yayılıyor, etki altına alıyor. Kalabalıkların yanında duruyor, maça gidiyor, ‘mitingsiz miting’ yapıyor, “Yalnız değilim” diyor. Nobran bir dille değil akılcı bir üslupla set çekiyor. Karmaşık anlatım yerine basitliği tercih ediyor.

Mutfakta musakka iyi bir örnek. Herkesin hafızasında kalan eşitliğin değeri oldu. İmamoğlu “Vicdansızlar kendileri et yemiş, size bunu layık görmemişler” demedi. Ama ortaya bu sonucu çıkardı. Başa dönersek; Erdoğan’ı, AKP ve paydaşlarını bu kez gerçekten zor günler bekliyor. Rüzgâr, eğilimler, oyuncular çok değişik. Toplum duygularıyla hareket ediyor.