Madenler ve doğal kaynaklar; hiçbir sınıfın, zümrenin, kişinin emeği olmadan milyonlarca yılda oluşan tüm insanlığın ortak değerleridir. Bu anlamıyla gelecek nesillerin de hakkının bulunduğu doğal zenginliklerdir.

Yandaş şirketler madenlere de hâkim: Osmanlı’nın maden imtiyazları sahnede

Mehmet TORUN - Maden Mühendisi

Osmanlı; madenlerini ağırlıklı olarak ordusuna silah ve cephane, hazinesine de sikke (para) temini amacıyla işletmiştir. Cevherleri mamul maddeye dönüştürme ve daha çok kâr elde etme düşüncesi olmamış, bilinen madenlerin tamamına yakını yabancı şirketler tarafından işletilmiştir.

Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte özel sektör öncülüğünde liberal bir politika benimsendi. İzmir İktisat Kongresi'nde alınan kararlar doğrultusunda, 1924 yılında İş Bankası ve 1925 yılında madenlere işletme ve kredi desteği sağlamak amacıyla Sanayi ve Maadin Bankası kuruldu. Kongrede, yabancı sermayenin Türk yasalarına uyma koşuluyla faaliyet gösterebilecekleri benimsendi. 1923 yılında başlayan bu model istenen başarıyı sağlayamadı. Bu süreçlerde yaşanan 1929 dünya ekonomik krizinin etkisiyle 1932 yılında yeni bir değerlendirme yapılarak Devletçilik Politikaları benimsendi.

Genç Cumhuriyet ekonomisine katkıda bulunmak ve kalkınmaya yönelik yatırımları gerçekleştirmek amacıyla 1933 yılında Sümerbank kuruldu ve madencilik sektörüne finans sağlama görevini üstlendi. Ülkenin doğal kaynaklarının tespitine yönelik bilimsel çalışmalar yapılması ve maden aramalarına başlanması gerektiği bilinciyle 14 Haziran 1935 tarihinde Maden Tetkik ve Arama Enstitüsü (MTA) kuruldu. Aynı gün 2805 sayılı yasa ile, “ Madencilik, Enerji Üretimi ve Dağıtımı alanlarında faaliyet göstermek üzere” ETİBANK kuruldu. Etibank'a, kuruluş kanununun 5. maddesinde “MTA'nın araştırmaları sonucunda verimliliği ve işletilebilirliği tespit olunan sahalarda Bakanlığın onayı ile işletmeler kurup, üretimi gerçekleştirmek görevleri verildi.. MTA, ekonomik değere haiz sahaları ilgili Bakanlık kanalıyla Etibank'a devretmeye, ETİBANK da bu kaynakları işletmeye zorunlu kılındı.” Bu üçlü sac ayak modeli ile madencilik sektöründe ciddi bir ilerleme kaydedildi. 1939 yılında Karabük Demir Çelik fabrikası, aynı yıllarda Divriği demir madeni üretime başladı. 1940 yılında Zonguldak kömür madenleri millileştirildi ve demir çelik sektörünün hammadde ihtiyacını karşılamaya başladı.

Bu dönemde ülkenin en ücra köşelerinde maden üretimlerine bağlı olarak yatırım yapıldı. Bu yöreler hem ekonomik olarak büyüdü hem de sosyal açıdan gelişti. Ekonomik ve sosyal gelişmeye bağlı olarak yörelerin çehresi hızla değişti. Zonguldak, Karabük, Guleman, Ergani, Murgul, Aşkale, Oltu, Tunçbilek, Soma, Seydişehir, Divriği gibi yöreler madencilik yatırımları sonucu her alanda önemli gelişmeler kaydetti. Madenciliğin, Gayrisafi Milli Hasıla’daki (GSMH) payı arttı, sektördeki istihdam artarak yöreler göç almaya başladı.

BARKER RAPORU

1950’lerin başında bu modelden vazgeçildi. 15 Mayıs 1951 tarihli Barker Raporu ile “ağır makine ve maden mamüllerinin” gelişmemesi istenirken;

1- “Zonguldak Kömür Havzasının inkişafı için hiçbir taahhüde girişilmemelidir.

2- Hususi maden arama ve işletme faaliyetlerine yol açacak bir madencilik politikası kabul edilmelidir. Hükümetin, hususi sermayedar grupları petrol araştırma ve işletmelerinden uzak tutma politikasını yeniden tetkik etmesi lazımdır.

3- Maden Tetkik ve Arama Enstitüsü tarafından yapılan tetkiklerin neticeleri halkın istifadelerine açık tutulmalıdır” şeklinde öneriler geliştirildi.
Barker Raporu, yabancı sermayenin özel sektör yoluyla madenlerimize ve yeraltı kaynaklarımıza kolayca erişmesini sağlamak istedi. Üçüncü öneri ile; özel teşebbüsün ve yabancı sermayenin, pahalı ve riskli olan maden arama aşamasına katılmaksızın, kamunun bu alanda yapacağı harcamaların sonuçlarından yararlanılması istendi. Bu dönemde sırasıyla;

a) 18 Ocak 1954 tarihinde 6224 sayılı Yabancı Sermayeyi Teşvik Kanunu,
b) 7 Mart 1954 tarihinde 6326 sayılı Petrol Kanunu,
c) 11 Mart 1954 tarihinde 6309 sayılı Maden Kanunu yürürlüğe girdi.

Bu yasalar ile madencilik sektöründe özel teşebbüsün ve yabancı sermayenin önü açıldı.

1930'lardaki devletleştirme-millileştirme hareketine benzer, ancak daha küçük, çaplı bir hamle, 1978 yılında gerçekleştirildi. 2172 sayılı Devletçe İşletilecek Madenler Hakkında Kanun, 4 Ekim 1978 tarihinde kabul edildi, demir, kömür ve bor madenlerinin devlet eliyle işletileceği belirtildi. Ancak; 2172 sayılı yasanın amacına ulaştığı söylenemez. Hemen değişen siyasi iktidarın tasarrufu ile önce Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı daha sonra da Bakanlar Kurulu, 2172 sayılı yasaya ilişkin uygulamaları durdurdu.

1980 MİLAT

Madenciliğin riskli bir alan oluşu ve ilk yatırım maliyetlerinin yüksekliği nedeniyle 1980’li yıllara kadar sektörde yine de devletin ağırlığı devam etmiştir.

Özellikle yeraltı işletmeciliğinde kamunun payı oldukça yüksek olarak devam etmiştir. Merkez ülkelerde uygulanmaya başlanan neoliberal politikalar, ülkemizde 1980 askeri darbesi ve 24 Ocak kararları ile madencilik sektöründe de etkisini göstermiştir. Bu yıllarda madencilik kamu kuruluşlarının yatırımları durdurulmuş, istihdamda daralma hızlanmış ve “zarar ettikleri” gerekçesiyle kapanmalar ve özel şirketlere satışlar başlamıştır.

Sektördeki özelleştirme hızı, pek çok diğer sektöre göre çok daha yüksek olmuştur. 1990’lı yıllara kadar yüzde 90’lar düzeyinde kamu ağırlığı olan madencilik sektörü, çok kısa bir sürede yüzde 90’lar düzeyinde özel sektör ağırlığı olan bir yapıya dönüştürülmüştür. Özelleştirme döneminde en büyük darbeyi ETİBANK almıştır. Kurum, bölünüp parçalanmış her parçası bir yana dağılmıştır. Kamunun elindeki madenler yok pahasına siyasi iktidarların yandaş firmalarına verilirken sektörde istihdam ciddi oranda daralmış, iş kazaları artmıştır. Sektörün GSMH’ya katkısı yüzde1' lerin altına düşmüştür.
Kamu sektörü, bor madenleri ve bir ölçüde kömür dışındaki madenlerden tamamen çekilmiştir. Bor madenlerinde hizmet alımı ve taşeronlaşma ile kömür sektöründe de rodövans (kiralama) yöntemi ile özelleştirme dolaylı olarak gerçekleştirilmiştir.

İKTİDARA YAKIN ŞİRKETLER

Bu süreçte madenlerin devredildiği şirketlerin ortak özellikleri; “yandaş olma, sermaye yapıları güçsüz, kurumsallaşma düzeyleri zayıf, madencilik geçmişleri ya hiç yok ya da çok zayıf” olmaları şeklinde öne çıkmaktadır.

Bugün bir elin parmaklarını geçmeyen şirketler, madencilik sektöründe tekelleşmiş ve belirleyici konuma geçmiştir. Pek çok yörede halkın itirazlarına rağmen çevresel duyarlılıkları göz ardı ederek maden üretimi yapmakta, devletin-halkın malı olan madenleri babalarının malı gibi kullanmaktadırlar. Söz konusu firmalar, uluslararası şirketlerle de ortaklıklar yaparak sermayelerini güçlendirdikleri gibi yöre halkının tepkisinin “yerli ve milli” gerekçelerle sönümlendirilmesi görevini de yerine getirmektedir. Bu yönüyle bakıldığında mevcut durum, Osmanlı'nın 19. yüzyılda yabancılara verdiği “maden imtiyazlarına” benzemektedir. Bu duruma örnek özellikle altın madeninde bariz şekilde gözlenmektedir.

SON SÖZ

Madenler ve doğal kaynaklar; hiçbir sınıfın, zümrenin, kişinin emeği olmadan milyonlarca yılda oluşan tüm insanlığın ortak değerleridir. Bu anlamıyla gelecek nesillerin de hakkının bulunduğu doğal zenginliklerdir.

Madenler, tüketildiğinde yerine yenisi konulamayan varlıklardır. Bu nedenle, çevresel öncelikler korunarak ihtiyaca göre ve planlı bir şekilde tüketilmeli, egemen sınıfların talanına karşı hassasiyetle korunmalıdır. Bu doğrultuda madencilik politikaları oluşturulmalı ve uygulanmalıdır. Madenlerin gerçek sahibi halktır.