Kuzeyde su, güneyde ateş! Haftalardır su ve ateş kaynaklı felaketlerle sarsılıyoruz.

Birkaç gün içinde patlayan 70’in üzerinde orman yangını şehirlere ulaştı, mahalleleri yaktı, insanlar öldü, hayvanlar öldü, alevlerin yok ettiği alanlarda canlı kalmadı. Yangınlar sürüyor ve henüz tam kaç dönüm alanın yandığını bilemiyoruz.

Kafalarda yangının nedenine dair sorular, ağızlarda sabotaj ve sosyal medyada yayılan söylentiler var. Kandil, Gara, Hakurk ve Zap bölgelerine düzenlenen hava harekâtının söylentilerle örtüşmesi var…

Böylesi zamanlarda komplo teorileri kolaylıkla zemin bulur. Kuşkusuz yangının nedenlerine ilişkin soruşturmalar yapılacak ve belki bazı sonuçlara ulaşılacak. En azından gözaltına alınanların, linç edilmeye çalışılan insanların bu işle ilgisi olup olmadığı anlaşılabilecektir.

Şimdi önemli olan bunlar değil, yangınların bir an önce kontrol altına alınması ve son yılların bu en büyük felaketinde yaraların sarılması. İnsanların ve doğanın yaralarının…

Yangınların önlenmesi ve hızla kontrol altına alınması bir organizasyon gerektiriyordu, yaraların sarılması da bir organizasyon gerektiriyor.

İşte temel sorun da burada. Her şeyi kendi başına, tek adamın direktifleriyle yapan bir iktidar ve yönetim anlayışı, “bu ulusal bir sorun” diyerek her türlü eleştiriyi engellemeye çalışıyor, ülkenin en temel sorunlarında bile “yönetişim” yaklaşımını benimsemiyor.

Depremde TMMOB’yi, pandemide TTB’yi, kente dair sorunlarda yerel yönetimleri ve hemen her konuda da muhalefeti karar alma süreçlerinden uzak tutuyor, onlara hasım muamelesi yapıyor. Yangının vurduğu Antalya’da basına açıklama yapılıyor; bakanlar var, dışişleri bakanı var, Antalyalı diye belki, Antalya Belediye Başkanı yok!

Dünyanın her yerinde ve tarihte görülen en büyük yangınlarda insanların sorumluluğu, en masum hallerde de ihmali var. Sıcak kuru hava ve rüzgârın yarattığı uygun ortamda, insan eliyle çakılan bir kıvılcım milyonlarca dönümü, üzerindeki tüm canlılarla birlikte kül ediyor.

Yangınla mücadelenin başarısı yangınların kaç saat sürdüğüyle ölçülüyor. O süreyi kısaltmak da eğitim, yangın mühendisliği, organizasyon ve ekipman meselesi.

THK’nin uçakları depolarda çürüyor mu? Onlar aslında uçamayacak, kapasitesi yetersiz uçaklar da, Türkiye için doğru olan helikopterler mi? Türkiye’nin neden yangın söndürme uçakları yok? Yanan alanlarda villalar, oteller mi yükselecek? Yangının vurduğu yerleri derhal afet bölgesi ilan etmek gerekmez mi?

Uzmanları ve muhalefeti dışlamayan bir yönetişim anlayışı olsa, eleştiri ihanet olarak damgalanmasa, bu soruların yanıtlarında tereddütsüz bir şekilde ortaklaşmak mümkün.

İnsan kendi eliyle dünyayı her geçen gün böyle büyük yangınlara daha uygun hale getiriyor. Daha sıcak, daha kurak dünya, yandıkça daha büyük yangınlara da uygun ortam oluşuyor.

Dünyanın en büyük 5 yangınından ilki 1919’da Kanada’nın Edmonton şehrinin kuzeyinden başlayan yangındı. Kereste endüstrisinin ortalıkta bıraktığı ahşap yongalarının hızlandırdığı devasa yangında 5 milyon dönüm alan kül oldu.

1939’da Avustralya’daki Kara Cuma orman yangının yok ettiği alan da 5 milyon dönümdü. 1989’da Kanada’nın Manitoba orman yangınlarında yok olan alan 8,1 milyon dönüme çıktı. Onu 2014’te yine Kanada’da 8,4 milyon dönümü yok eden yangın izledi. 2003 Sibirya Tayga yangınlarının Rusya’da yok ettiği alan tam 47 milyon dönümdü.

Korkarım Türkiye’de de gittikçe daha büyük yangınların koşulları oluşuyor. Enerjimizi artık etkin organizasyonlar kurmaya ve onları çalıştıracak bir yönetişim anlayışına harcamazsak ne sular ne de ateş karşısında şansımız olacak!