Yılın en uzun günü Marmaris’te başlayan orman yangınıyla daha bir uzun oldu sanki. Geceyi de kaplayan bitmez bir gün gibiydi. Her yaşadığımızı yeniden aynı şiddette aynı acıyla yaşamaya mahkûm bırakıldığımız bu ülkede gündemin ağırlığıyla eziliyoruz. Geçtiğimiz yıl olanca korkunçluğuyla yaşadığımız orman yangınlarının ardından bu yıl kader gibi yenisi başladığında yetkililer ertesi gün havadan incelemelerde bulunup boş açıklamalar yapmakla yetindiler.

***

Neden havadan müdahale edebilecek uçaklarımız yok? sorusu hâlâ havada asılı duruyor. Hükümet kanadından “Gece görüşlü yangın söndürme helikopterini dahil ettik” şeklinde açıklama yapılmasına rağmen bölgede mücadele edenlerden havadan müdahale yapılmadığı haberleri geldi. Bu müdahale ancak sabah kısmi olarak başlayabildi. Gece görüşlü müdahaleden anladıkları Orman Bakanı ve İçişleri Bakanının havadan aşağıya bakışı olsa gerek. Ben bu satırları yazarken bakan “yangın büyük ölçüde kontrol altına alındı diyebiliriz” gibi ciddiyetsiz ve muğlak bir açıklama yapıyordu. Türkçe meali şöyle; “henüz kontrol altına alındı diyemeyiz ama büyük ölçüde alındı dersek şimdilik durumu idare edebiliriz.”

Aynı bakan bir başka açıklamasında “bizi çok fazla endişelendirecek bir yangın değil” diyebiliyor soğuk soğuk. Neden sayın bakan? Sizi özellikle fırtınalı havada ne tür yangınlar endişelendirir acaba? Yanan alan imara elverişli değilse mi endişelenirsiniz siz?

***

Fahrettin Altun’dan açıklama da gecikmedi. “Manipülasyonlara inanmayın bizi takip edin” diyor ve ardından her zaman olduğu gibi sosyal medya üzerinden “uçaklar nerede?” diye soranlar vatan haini ilan ediliyor, memleketi sevmemekle suçlanıyorlar. Oysa memleketi sevmek memleketin doğasını, ağaçlarını, ormanını sevmek demektir. Memleketi parselleyenleri, ağaçları madenlere, otellere, enerji santrallerine kurban edenleri sevenlerin sevgi tartısıyla yangınlar sönmüyor. Kolaycılıkla “sosyal medya şeytanlarına” çatan bakan suçluyu sosyal medyada aramak yerine sorulara yanıt verse ya! Veremiyor. Çünkü yaşananlardan hiç ders alınmadı. Ya da şöyle söyleyelim; yangınlar kimin işine yarıyorsa onlar bu ihmalden, pişkinlikten, umarsızlıktan çok güzel ödev çıkarıyor. Sadece uçak ve ekipman eksiğini değil, eğitimli yangın söndürme işçisi eksiğini de, yangın sonrası rehabilitasyon süreçlerini de soruyoruz ve sormaya devam edeceğiz. Çünkü memleketimizi seviyoruz. Yanan ormanlar, yanarak can veren hayvanlar canımızı yakıyor.

***

Şu sorulara yanıt verin Bakan: Yıllar içinde orman yangıları sonrasında yanan alanlarda yapılaşma ve imar izinleriyle ilgili durum nedir? Yanan alanların yeniden yeşermesi için hangi önlemler alınmış ne ölçüde hasar geri döndürülebilmiştir? Yangın riski yüksek bölgelerde denetim, güvenlik, eğitim faaliyetleri ile ilgili durum nedir? Emek ve iş gücü açığı giderilebilmiş midir? Var dendiği halde olmadığı acı şekilde tecrübeyle öğrenilen uçak ve helikopterler nerede?

***

Denetim, öğrenme yoksunluğu sadece orman yangınlarında değil her alanda karşımıza geliyor. Hep aynı sonucu yaşıyoruz. Gündem kalabalığında yine bir değişmez haberle yüreklerimizde yangın çıktı. Bir kadın katili daha devlet güvencesinde korunup kollandı. Bir insanı, Pınar Gültekin’i işkenceyle canlı canlı yaktıktan sonra soğukkanlılıkla varile koyup üzerine beton döken adam “Haksız tahrik indirimi” diye saçma sapan bir gerekçeyle ceza indiriminden yararlandı. Olabildiğince çabuk topluma karışarak tahrik olmaya devam edip yeni canlar alsın diye. İktidarın kadınları hedef gösteren dili ve cezasızlık teşvikiyle isimler değişiyor kadınların kaderi değişmiyor. Her şey bu denli aynıyken şunu merak etmeden geçemiyor insan. Peki hâkimler de mi aynı? Bu kadın cinayetlerine bakan hâkimler değişmiyor mu? Bir sefer olsun vicdanlı, hukuki bir karar nasıl çıkamıyor. Kadın cinayetlerinde erkeği koruyan özel bir manuel hukuk kitapçığından seçilmiş cezalarla katiller tahrik olma özgürlüklerini koruyorlar. Nasıl bir tahrik vahşeti makul hale getirebilir? Anlayamıyoruz!

***

Tahrik olma dürtüsüyle insan yakma konusunda mevcut iktidarın tutumunu biliyoruz. Dün Sivas Katliamı’nın 29 yıldır süren davasında bir celse daha görüldü. Firari üç sanık üzerinden devam eden dava, emsali gibi zaman aşımına uğratılsın diye genellikle bir dakika gibi sürelerle ertelenerek şafak sayılıyor. Bu kez her nasılsa duruşma 1 saat kadar sürdüyse de anlamlı sorular ve talepler havada kaldı. Bir arpa boyu yol gitmeden erteleme ritüelinde değişiklik olmadı. Yeni tarih 21 Eylül. Avukatlar bu güne değin dönemin başbakanı Tansu Çiller’in, dönemin Sivas Belediye Başkanı Temel Karamollaoğlu’nun, dönemin valisi Ahmet Karabilgin’in bir kez olsun dinlenmediği 29 yıllık süreç sonunda mahkeme heyetinin görevini yapmadığı gerekçesiyle reddi hâkim talebinde bulundular. Taliplerin reddedilmesi de değişmeyen gerçeklerimiz arasında. Firari sanıklar yurt dışına adresleri belliyken “nasıl oluyor da kırmızı bültenle aranmalarına rağmen bulunamıyorlar” sorusunu soran da kalmadı. Şöyle bir taradım haber yapan da, davayı izleyen de öldürülenlerden az.

“Yangınlardan geliyorum dedi adam ve yangınlara gitti, yanık. Depremlerden geliyorum dedi kadın ve depremlere gitti, yıkık.”*

*Metin Altıok/ Bir Uyumsuz Rastlaşma