Ülkeyi yakan orman yangınlarında en zor durumda kalanlar; alevlerin arasından yardım çağrıları yapan belediye başkanları, evi, ağaçları, ahırları, hayvanları yanan yöre sakinleri, yetersiz ekipmanlarla cehennem sıcağına karşı yürüyen ormancılar, onlara yardım eden vicdanlı insanlar değildi.

Yangında en kötü vaziyette olanlar iktidarın bütün icraatlarını alkışlayan, “yalayıcı güçler medyası” elemanlarıydı.

İktidarın muhteşem icraatları diye başlayacak bir haber-yorum daha ikinci satırında karaya oturan bir gemi haline dönecekti.

Ormanlar alev alev yanıyor, Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli gayet huzurlu biçimde kameraların karşısına geçiyor ve diyor ki:

-Bizim yangın söndürme uçağımız yok!

Bir başka bakan -o da yangınlara bakıyor- olan Çevre Bakanı Murat Kurum medyaya ve basın özgürlüğüne karşı geleneksel AKP hassasiyeti içinde basın toplantısına başlarken muhalif gazetelerin hatırını soruyor:

-BirGün muhabiri çekim yapmasın, gitsin buradan!

Gazeteci arkadaşımız Sarya Toprak güvenlik kuvvetleri tarafından bakanın yanından uzaklaştırılıyor.

Bakan haklı!.. BirGün devamlı olarak yanan ormanları haberleştirip birinci sayfadan okurlarına ulaştırıyor.

Oysa yanmayan yerler de var.

Biraz kaldı!..

Yaygın-yalayıcı medya buradan da istifade etme imkânı bulamıyor.

Bazı uzmanlar -ki onlar her konuda uzmandırlar- ekranlardan başarılı işler ortaya koydular:

-Hava aracı sayımız azaldı ama su taşıma kapasitemiz arttı!

Oley!..

İspanyolca “Yaşasın” dedim ama boşuna değil. İspanya’dan tayyareler geldi yangınları söndürmek için… Bir de baktık ki ne görelim?

Türk Hava Kurumu’nun (THK) hükümet tarafından yere bağlanmış, hurda diye propagandası yapılan uçaklarıyla aynı model uçaklar değil mi?

Burada da “karaya oturmuş bir yönetim” başarısı var.

Yalan rüzgârları yangınla birlikte esemedi. Tam tersine eridi. O biçim gazeteciler dişe dokunur bir iş çıkartamadılar.

Yangınlar durup da genel tahribatın boyutları ortaya çıkınca onlar da oturup kendilerine bir hedef seçecekler:

-Yangında kimi yakalım?