Üfleyerek ateş yakılır, o ateşin aleviyle yangın çıkabilir. Üfleyerek yangın söndürülemez.

Yıllardır üfürerek, üfleyerek ateşi harladılar. Memleketi yangın yerine çevirdiler. Şimdi de küresel bir salgın o yangın yerini mesken tuttu.

Ve üfleyerek, körükleyerek alevlendirdikleri yangını şimdi yine üfleyerek söndüreceklerini sanıyorlar.

Üfleyerek mum söndürebilirsin, ama o yalancının mumu da yatsıda çoktan söndü zaten.

Evet, üfleyerek ve üfürerek…

Üfürükçü hocalar da üfürürler ve ardından tü tü tü deyip tükürürler. Elbette okuyup üfleyerek salgını alt edemeyecekler ya da bir hastayı ölümden döndüremeyecekler. Yediğimiz virüslü tükürükle kalacağız, orası belli.

Kargadan başka kuş OHAL’den başka yönetim bilmeyenler şimdi de kendi OHAL’inizi ilan edin diyorlar. Ateş düştüğü yeri yaksın diyorlar.

20 yaş altına sokağa çıkmayı yasaklıyor, ardından işçi ve emekçiysen 20 yaş altında bile olsan işe gitmek için sokağa çıkman mecbur diyorlar.

Oysa çözüm belli: Herkese ücretli izin ve herkese ücretsiz sağlık. Gazetemiz de bu yüzden @BirGun_Gazetesi olan twitter adresini ‘BirGün Gazetesi | #Ücretliİzin #ÜcretsizSağlık’ başlığıyla yazıyor.

Virüs elbette herkese bulaşabiliyor. Ama korumasız olanlara, yoksullara ve emekçilere daha fazla bulaşabiliyor. Yoksullar ve emekçilerin tedavi imkânı olmadığından virüs daha tehlikeli olabiliyor. Yani virüsle mücadele de aslında sınıf mücadelesinin bir uzantısı haline geliyor.

Mesela Donald Trump ve Boris Johnson, “ölen ölür kalan sağlar bize yeter” diye yekten bunu söylediler.

Kimileri de yangını biz üfleyerek söndürürken siz de gözyaşlarınızla söndürün diyorlar.

Üstelik korkutup sindirmek, ölümü tevekkülle bekletmek istiyorlar. Her akşam cami hoparlörlerinden salalarla salâvatlarla böyle bir zemin hazırlıyorlar. Televizyon ekranlarına uzman diye çıkardıklarıyla ha bire korkutuyorlar.

Korkunun ecele faydası yok, virüse karşı tek çare tedbirli olmak, ötesi yok.

Hasan Belli adında bir psikolog arkadaşımızın bu konudaki uyarısına kulak vermek lazım, şöyle diyor: “Bakın, alın 70 yaşında birini her gün bu felaket haberlerini izletin, ‘sıra sana geliyooor, sana geliyoooor!’ mesajını verin, iddia ediyorum bu insan birkaç ay içinde ölür. Bu programlar stres ve anksiyete [endişe] yoluyla immun [bağışıklık] sistemimizi perişan ediyorlar. İzlemeyin! Deprem profesörlerine dönmüş tıp hocalarını da izlemeyin!”

Belli bir noktadan sonra zaten bildiklerimizi tekrar tekrar dinlemek perişan etmekten başka bir işe yaramıyor.

***

Psikologun biri bir gün yolda Korona’yla karşılaşır. Endişeyle Korona’ya bakar ve “Nereye gidiyorsun?” diye sorar. Korona, Büyükşehir’e diye yanıtlar. “Kaç kişinin canını alacaksın?” diye tekrar sorar Psikolog. Korona, “Çok değil, sadece 500 kişi” der. Aradan zaman geçer ve Psikolog yolda yine Korona’yı görür. Fakat duymuştur ki Büyükşehir’de Korona’dan dolayı 6 bin kişi ölmüştür. “Bana 500 kişiyi öldüreceğini söylemiştin. Oysa sen 6 bin cana kıymışsın” diye hiddetlenir Korona’ya. Korona ise gayet sakin ve kendinden emin, “Ben 500 kişi öldürdüm. Geriye kalanın yarısı korkudan yarısı da hiç korkmadığı için öldü” der.

***

Demek ki şu süreçte tedbir için gerekli belirli bir korku dozuyla, beden sağlığımız yanı sıra akıl sağlımızı korumak da çok önemli. Ne diyor uzmanlar? Bozulan psikoloji, bozuk moral, beden direncini dibe vurdurur.

Direniş günlerindeyiz ve her türden dirence ihtiyacımız var.

Başta Trump ve Johnson (ve benzerleri!) salgın sayesinde yeni şeytanlıklar peşinde olabilirler. Onlara cevabı da Oktay Rifat’ın ünlü dizeleriyle verelim:

“Geberin diyor şeytan/ İşiniz ne bu dünyada/ Yağma yok kör şeytan/ Yaşamak tatlı!”