Kjersti Skomsvold’un ‘33’ adlı romanında vardı, “Kendime her zaman gerçeği söyledim ve aynı zamanda başka herkes gibi tümüyle yanıldım.” Romanın anlatıcısının yaptığı bu tespit, kaygı başta olmak üzere aslında pek çok sorunun da temelini oluşturuyor. Ama belki de sadece sorunların temelini oluşturmuyordur bu gerçek, belki de insanın ve hayatın gizemini oluşturan rastlantılar bulamacı ya da bilmecesi, ancak bu sayede var oluyordur.

‘ÖTEKİ’NİN BAKIŞI

Skomsvold’un bahsettiği bu yanılsama, günümüzde artık bambaşka seviyelere gelmiş durumda; insanın kendisine referans alacağı toplumsal simgeler dağılmış ya da kaybolmuşken… Lacan’ın öznenin kuruluşu için gerekli olan, fantezi düzeyinde arzunun mekânı olarak simgesel sistemin tüm belirleyicilerinin toplamı olarak tarif ettiği ‘büyük Öteki’yle ilişkimiz değiştiği için, kendimizle ilişkimiz de değişti. Artık günümüz insanı, “Kendime her zaman gerçeği söyledim” derken bile şüphe içinde. Hakikatten çok işlevsel olan önemli hale geldi. Bu da 'öteki'ni, 'öteki'nin bakışını belirsizleştirerek kaygıyı arttırdı. İnsanın kendi imgesini sürekli yeni baştan yaratmaya çalışması, büyük bir meşguliyet haline geldi. Etrafınızdaki dünya kesin olarak belirlenemiyor ve sürekli değişiyorsa, kişi de sürekli olarak kendisini değiştirme ve yeniden tanımlama ihtiyacı duyar. Hatta bu durum, özellikle gençler için başlarda keyifli bir oyuna bile dönüşebilir; toplumsal simgelerin bu belirsizliğinde, istediğin kişi olabilirsin, yeter ki şunu giy, şöyle konuş… Ama insanın kendisini yeniden tanımlaması kendi başına yetmez, kendisini ispatlaması da gerekir. Başkaları da onun için aynı şeyleri söylemediği sürece, kendisini olumlayamaz. İnsanın kendi imgesini yeniden yaratma çabası, pek çok romanın ya da filmin konusunu oluşturuyor. Ama bu yeniden yaratım ciddi bazı sorunları da peşinden getirir, belleğindeki anılar, geçmişten getirdiği ilişkilerdeki tutum ve davranışlar kolayca değişmez, silinip yeniden yazılamaz ve bu da içeride bir karmaşaya neden olur. Boşluk duygusu, karmaşayı sever…

KAYGININ ŞİDDETİ

Renata Salecl, ‘Kaygı Üzerine’ adlı kitabında, bir kaygı giderici ilaç reklamından bahsederek, geçmişten farklı olarak artık ilaç reklamlarında, bize kişinin kaygı yaşarken doğru olmayan bir gerçeklik inşa ediyor olduğunu değil, bu karanlık ve iç karatıcı gerçekliğe yeni bir gözle bakabilme ve katlanabilme olanağı sunmakla ilgilenildiğini yazmıştı. İlk reklamlarda gerçekliğin yaşanılan kaygının şiddetine bağlı olarak değiştiği üzerinde durulurken, artık gerçek ne olursa olsun, o gerçekliği inkâr ederek, bozup değiştirerek devam etmek önemli olmuştu. Reklamlardaki bu bakış açısı değişikliğini, siyasetten gündelik hayata, hemen her yerde görmek mümkün. Gerçeklik ile yanılsama arasındaki sınır kalktığında ya da belirsizleştiğinde, umudun yerini fanteziler alır. Umut, sadece ve sadece gerçekliğin içerisinde hayat bulur. Umutlu olmak için gerçeklere ihtiyacımız var. Skomsvold’un romanında yazdığı gibi, daha sonra yanıldığımızı anlayacak olsak da, kendimize bütünüyle dürüst olmaya devam etmekten vazgeçmemeye…