Geçen hafta bu köşede sosyal medyada pürüzlü kullanımın öneminden bahsetmiştim. Hemen birkaç gün sonra pürüzsüz kullanımın çok açık biri örneği önümüze düştü. Bir Anayasa Mahkemesi Üyesi, “Işıklar Yanıyor” şeklindeki bir tweetle gündem belirledi. Darbe iması mı yaptı, iktidar tarafından zaten hoş karşılanmayan bazı Anayasa Mahkemesi kararlarının daha tartışmalı olması algısına hizmet mi etti yoksa iki uçtaki iddianın da uzağında, led ışıkların güzelliğine mi meftun oldu bilemiyorum. Koronavirüs aşısından Anayasa Mahkemesi kararlarına dek bilmediğim tüm konularda aynı anda yorum yapmaya meraklı olsaydım bir tartışma programında kadrolu tartışmacı olmayı tercih edebilirdim. Böyle bir merakım olmadığı için konunun beni ilgilendirdiğini düşündüğüm tarafına eğileceğim.

Bu haftaki Köşe Vuruşu’nun sorusu şu: Sosyal medya öncesi dünyada böyle bir krizin olması ihtimali var mıydı ve bu hangi düzlemde tartışılırdı?

DARBE İMASINDAN PALAMUT FİYATINA

Yukarıdaki soruya ilk yanıtım yine bir soru: Neden olmasın? Ancak sosyal medya öncesi devirde bunun için Anayasa Mahkemesi Üyesi’nin bir gazeteciyi veya televizyon kanalını araması, en azından “Işıklar Yanıyor” deyip yüzüne kapatması lazımdı. Niyeti belli olan ve uğraşmak isteyen yine yapardı tabii de yol üstünde vazgeçme ihtimali de yüksekti. Çünkü ortada düşünme fırsatı yaratacak epey pürüz var. Gazeteciyi aradıktan sonra, son anda tornistan yapıp “Palamut fiyatları düştü hafta sonu bir mangal yapalım diyoruz” muhabbetine bağlayabilirdi. Bunun yerine birkaç saniyede tweet atıyor.

YANGININ SEBEBİNDEN HERKES
NASIL HEMEN EMİN OLDU?

Aynı şekilde geçen hafta Hatay’daki üzücü yangınlar sırasında sosyal medyadaki tartışmalara bakalım. Yangın henüz sönmeden kimin yaptığına ilişkin kesin yargılar verilmiş ve karşılıklı çarpışma başlamıştı. (Yangından önce yazılmış geçen haftaki yazımı bu bağlamla okuyan ve Twitter’dan bildiren Av. Mustafa Keskin’e teşekkürler) Burada yandaş veya muhalif ayırmadan bazı gazetecilerin de işine gelen bir şey var. Oturup derin araştırmalar ve doğrulamalar yapmak yerine akla gelen bir iddiayı ortaya at, taraftar toplasın. O taraflar karşılıklı çarpışsın. Onlar çarpışırken sen de sıradaki habere hazırlan. Nitekim hemen birkaç gün sonrasında AYM Üyesi’nin tweeti gündem oldu ve Hatay’daki yangın da yangının sebebi de unutuldu. Unutulmasa okur ilgi gösterir mi, o da şüpheli. Sıradaki gündemi beklerken eski Cumhurbaşkanlarından Ahmet Necdet Sezer, ‘ışıklar yanıyor’ tartışmasına ilişkin ilginç bir perspektif sundu: “O gün Ankara’nın başkent oluşunun 97. yılı olduğu için tüm kamu kuruluşlarının ışıkları yanıyordu.” dedi. AYM Üyesi buna referans vermiştir veya vermemiştir bilemeyiz ama bu bir perspektiftir. Tartışmaların çok sıcak olduğu anlarda bir gazeteci bu perspektifi sunabilir miydi? Sunabilirdi ama kimin umurunda. Belki uğraştığına değmez belki de yorum yapıp etkileşim toplamak daha kazançlı.

GOOGLE NASIL DOĞDU?

Sosyal medyada herkesin her konuda fikri var demek klişe oldu. Oysa böyle başlamamıştı. Google’ın kuruluş hikâyesini hatırlayalım. Müfredat haricinde makaleler okumak ve en iyilerini seçmek isteyen iki üniversite öğrencisinin fikriydi bu. O konuda akademisyenler tarafından en çok atıf yapılan makaleleri tarayan ve bu kritere göre sıralayan bir sistem geliştirdiler. Çünkü başka akademisyenlerin en çok atıf yaptığı makaleler belli ki en iyileriydi. Adına PageRank dedikleri bu sistemle Google doğdu. Ancak buradaki bir detaya dikkat. Makalelerin popüler olmasını sağlayan o konuda çalışan akademisyenlerin yani uzmanların o makaleye verdiği atıf sayısıydı. Günümüzde kriter uzmanlık değil nicelik. Bir web sayfasına daha fazla link verildiyse o öne çıkıyor. Kimin verdiği önemli değil. Neyi kimle tartıştığımız da aynı şekilde hiç önemli değil.

Tom Nichols’ün The Death of Expertise (Uzmanlığın Ölümü) kitabında (tavsiye için Cüneyt Kazokoğlu’na teşekkürler) uzun uzun anlattığı gibi “Her tartışma sınırlar içinde ve belirli bir yeterlilik temelinin üzerinde gerçekleşmelidir ama kamusal alanda (günümüzde sosyal medya) bu yeterlilik aranan en son şey. Diğer ülkelerle savaşa girme konusunda çok hevesli olan insanlar haritada kendi uluslarını zar zor bulabilirler.” İşte bu zeminde tartışıyor ve hemen her şeyden emin oluyoruz. Bu da birilerinin çok işine gelen kavgayı sürekli kılıyor.

Ne diyordu o hüzzam İstanbul türküsü: Yanıyor mu yeşil köşkün lambası yar/hiç bitmiyor şu gönlümün kavgası yar…