İngiliz edebiyatçı John Fowles’un romanından sahneye aktarılan Koleksiyoncu’nun yönetmeni Uçaray, “Kadına şiddette evrensellik ve zamansızlık işin içine girdikçe bazı anlarda dehşete kapıldım” diyor.

Yanıyoruz ama farkında değiliz

Işıl ÇALIŞKAN

İngiliz edebiyatçı John Fowles’un romanından, Mark Healy tarafından sahneye uyarlanan Koleksiyoncu, 25. İstanbul Tiyatro Festivali’nde sahneleniyor. Koleksiyoncu, 20’li yaşlarının sonundaki Frederick Clegg’in sanat öğrencisi Miranda’yı alıkoyarak adım adım ilerleyen bir psikolojik ve fiziksel şiddete maruz bırakışını, seyirciyi de bu tehlikeli oyuna ortak ederek anlatıyor. Oyun, tıpkı gerçek hayatta olduğu gibi “sessiz kalarak suça ortak olanlara” dikkat çekiyor. Eyüp Emre Uçaray’ın yönettiği, İlyas Özçakır ve Ayfer Tokatlı’nın rol aldığı oyun, tarihten günümüze süregelen sınıflar arası çatışmanın kadın-erkek ilişkisi motifiyle, seyircisini katmanlı bir tartışmaya davet ediyor. Bu akşam saat 20.00’de Profilo Kültür Merkezi Batı Sahne’de sahnelenecek oyunu yönetmen Eyüp Emre Uçaray ile oyunu konuştuk.

İngiliz edebiyatçı John Fowles’un metnini sahneye uyarlarken hassasiyetlerini sorduğumuz Uçaray, “bıçak sırtı bir oyun” açıklamasını yapıyor. Yönetmen nedenini ise şu sözlerle açıklıyor: “Gerçekten kadına yönelik olan şiddeti biz erkek tarafından dinliyoruz ve esasında kendini savunmaya çalışıyor. Bu yüzden kendimizi hiç konumlandıramadığımız bir pozisyonda ve hiç aklımıza yatmayan bir fikri savunurken bulmaktan çok korktuk. Ama metnin içine girdikçe ve esasında seyircide bir empatiden ziyade bir karşıtlık, bir çatışma kurmaya çalıştığını keşfettikçe bu korkumuzu aşmaya başladık.” Uçaray, “Kadına yönelik şiddet haberlerine çevremizden o kadar çok maruz kaldık ki o yoğunluk bizi duyarsızlaştırdı. Pişiyor olduğumuzun, haşlanıyor olduğumuzun farkında değiliz, suyun sıcaklığının farkında değiliz” diye konuşuyor. Bu metnin sahneye taşınmasının önemini ise, “Bunu hatırlatmak adına şiddeti gösterenle seyirciyi muhatap edip aslında orada provokatif bir etki yaratma amacı bence gerçekten denenmeye değer. Neyi kaybettiğimizi, neyi kaçırdığımızı, neyin içinde olduğumuzun farkındalığını kaybettiğimiz şu günlerde yeniden bize hatırlatan, hatırlatma iddiasında olan bir iş” sözleriyle ifade ediyor.

SAPLANTILI KOLEKSİYONCU SEYİRCİYLE BAŞ BAŞA

Yönetmen, bu saplantılı koleksiyoncuyu, ete kemiğe büründürürken olmazsa olmazın, “seyirciyle kurduğu temas” olduğunu belirtiyor. Uçaray, nedenini sorduğumuzda ise, şu cevabı veriyor: “Çünkü normalde oyundaki uyarlamada kameraya anlatıyor direkt tüm bu hikâyeyi, ama biz o yüzleşme hissini ve gerçekten seyircideki o reaksiyonun şiddetini daha da artırabilmesi için seyirciyle birebir muhatap etmeyi seçtik. Ve bence günlük hayatında belki sıradan diyebileceğiniz bir insanın esasında, işi böyle bir noktaya getirebilmesi, bu yarattığı şiddeti seyirciyle paylaşması ve seyircideki duygu ancak bence bu birebir muhataplık ile ortaya çıkacaktı. O yüzden olmazsa olmaz aslında gerçekten Frederick Clegg ile seyirciyi aynı çatı altında toplamak oldu.”

yaniyoruz-ama-farkinda-degiliz-942754-1.
Eyüp Emre Uçaray


Söz, 1963 yılında yazılan bu metnin güncele nasıl uyarlandığına geliyor. Uçaray, olabildiğince güncellemeye çalıştıklarını ama hikâyenin koşullarının getirdiği bazı durumlardan bahsediyor. Mesela hikâye cep telefonunun olmadığı bir dönemde geçiyor. Yönetmen, “Bu tip parametreler olduğu için oyunu olabildiğince kendi estetiği içerisinde, çok 1964’e sıkıştırmadan daha 90’lara çekerek biraz daha aşina olduğumuz, bize daha yakın gelebilecek bir zamana çektik” diyor. Acı gerçek olarak tanımladığı durumu, “Zamandan ve mekândan bağımsız bazı laflar o kadar çok mahkeme tutanaklarında görmeye alışık olduğumuz şeyler ki, kadına şiddetin evrenselliğini ortaya koyuyor” diye açıklıyor ve ekliyor: “Şiddetin ortaya çıkması tabii ki kültürel dokularla alakalı ama bu evrensellik ve zamansızlık işin içine girdikçe bazı anlarda dehşete kapılmama sebebiyet verdi.”

DAYANIŞMAYLA AYAKTA KALDIK

Bağımsız tiyatroların pandemi süresince yaşadıkları zorluklardan yol çıkarak İkincikat olarak neler yaşadıklarını sorduğumuz yönetmen, “Genelde alternatif bağımsız tiyatrolar 80 kişilik 100 kişilik ya da 150-200 kişilik, çok daha az kapasiteli yerlerde ve pandemideki bu yüzde 50 sınırlaması bu sahnelerin yaşama ihtimalini çok zorlaştırdı. Bir mekânımız vardı ama pandemi öncesinde ve pandemi sürecinde bu mekânı kapatmak ve daha portatif, daha modüler bir yerden ilerlemek gibi bir yola gittik. Çünkü önemli olan şey esasında seyirciyle buluşabilmek, tabii ki insanın kendi mekânında kendi koşullarıyla buluşmasının apayrı bir tadı var, apayrı bir kolaylığı var. Ama bütün bu süreç esasında belli ortaklıklar, belli buluşmalar, belli karşılaşmaları yarattı bence” şeklinde yanıtlıyor. Devamında Koleksiyon’un doğuş sürecini anlatarak sözlerini sonlandırıyor: “Zaten Koleksiyoncu’nun da belki bu noktaya gelmesi aslında bence bütün bu pandeminin yarattığı rüzgârla savrulmamız ve belli kararlar almamız İlyas’ı, Ayfer’i, projenin prodüksiyonunda ortaklığını yaptığı Batı PSM’yi bir araya getirdi. Bazen gerçekten bir rüzgârın esmesi, evet çok üzücü oluyor tabii birçok mekân kapandı ve birçok emek belki de tam hak ettiği yeri bulamadı ama bir tarafından da bazen iyi sonuçları olabiliyor çünkü o rüzgârın yıktığı ağaçlar yarın bir gün herhalde başka başka köklerde yeşeriyor. O bakımdan Koleksiyoncu da aslında böyle oldu. Özetle küçülerek ve dayanışarak ayakta kaldık. Küçüldük ve dayanıştık ama bunun da gerçekten ayrı bir keyfi var her ne kadar acı sonuçları olsa da bugünkü oyunu sizle buluşturmasının sebebi oldu belki de.”

***

Koleksiyoncu
Eser: John Fowles/1963
Yönetmen: Eyüp Emre Uçaray
Oynayanlar: İlyas Özçakır,
Ayfer Tokatlı
Gösterim tarihi: 11 Kasım
Saat: 20.00
Yer: Profilo Kültür Merkezi-
Batı Sahne