Bu yankıları duyduğumuz yer siyasal İslamcı faşizmin bir gece kararnamesi ile İstanbul Sözleşmesi’ni feshettiği, kadınların var olan, ses veren, eşit birer özne olmasına açılan savaşın tüm hızıyla sürdüğü nokta. Yok, sıfır noktası benzetmesi değil bu, değiliz çünkü yalnız değiliz, bir aradayız. Ve ancak birlikte ve birbirimize güç vererek kendi hikâyemizi yazabiliriz bunu biliyoruz.

Yankı

HANDE GAZEY

“Sesi artık kesilmişti, ama yankısı soluk, uzak bir ses gibi kulaklarımda kaldı.”

Neval el Saddavi, Sıfır Noktasındaki Kadın

Bir coğrafyanın tarihinde, sokaklarında, evlerinin içinde, kadınların sesinde, öykülerinde, sürgününde, bağımsızlık mücadelesinde yolculuğa çıksanız, bu yolculuk 90 yıl sürse…

Mısır’da, ataerkinin İslam’la derinleştiği Arap coğrafyasında bir kız çocuğu olarak başlayan; o coğrafyanın kentlerinde ve kırlarında bir hekim, psikiyatrist olarak; mücadele eden bir feminist, bir devrimci olarak; mücadelenin sesini taşıyan bir yazar olarak devam eden bir yolculuk sözünü ettiğim.

Neval el Saddavi, 21 Mart 2021’de yaşama veda etti.

90 yıllık yolculuğun sonu gibi gözüken bu tarih bu yazıya vesile… Ama yazının sınırları ancak bu yolculuktan bazı yankıları kulaklarımıza taşıyabilir, belki ortak bir ateşin kıvılcımlarına dair ipuçları verebilir…

2013’te Neval, Tahrir Meydanı’ndan ses veriyordu. O meydana değil sadece, meydanın tarihine bakarak, devrimci kuram, örgütlenme ve siyasetin yokluğunda devrimci dönüşüm için yürüyen mücadelenin emperyalizm ve siyasal İslam tarafından baskılanacağını bilerek, Müslüman Kardeşlerin karşısında direnen milyonların heyecanını taşırken, emperyalizme, siyasal İslam’a, ataerkiye, eşitsizliğe karşı yeni bir dünyayı kuracak olan güce bakmaya çağırıyordu:

“Denizleşen milyonlar hem öz güçleriyle kendilerini korumayı bildi hem de cinlerle hortlakları muazzam dalgalarla süpürüp attı. Cinlerin, ruhların ve safsataların devri kapandı. Artık bilginin, hakikatin, aşkın ve yaratıcılığın zamanı geldi (…) Demokrasi seçimlerin ötesindedir. Meşruluk oy sandıkları ile değil halkın özgücü ile ölçülür. Tek bir lidere değil, kolektif-devrimci önderliğe ihtiyacımız var.”

Sadece kalabalık meydanlardan değil, Neval, Arap coğrafyasındaki kadınların öykülerinden, mücadelelerinden, ses veriyordu.

Havva’nın Örtülü Yüzü, kendi hikâyesi ile kız kardeşi ile birlikte sünnet edilişi, bu barbarlığa, bu acımasızlığa neden maruz kaldığı, neden abisinin ondan ayrıcalıklı olduğu, neden okulda annesi yerine babasının ismiyle anıldığı sorularına alamadığı cevaplar ve cevapları kendi bulması gerektiğine verdiği karar ile açılıyor:

“Ama o gün, kimsenin yanıtlamadığı o soruya kendi yanıtımı bul­mam gerektiğini kavradım. Bu kitaba doğru ilerleyen uzun yol da o gün başladı sayılabilir.”

Kitap, Mısır kırsalında bir hekim olarak karşılaştığı kadınların hikâyelerini, o hikâyeleri oluşturan toplumsal tarihsel yapıyı sert bir dille ortaya sererek devam ediyor. Anlattığı hikâyelerin en çarpıcı noktalarından biri siyasal İslam’ın iktidarda olduğu ve toplumsal yaşamın, cinsiyet rejiminin bu temel üzerine kuruluşu ve kadınların çalınan yaşamları. Ve adeta kaçınılmaz bir şekilde sonuna eylemi koyuyor! Sözü Arap Kadın Kurtuluş hareketinin tarihine, mücadelesine vardırıyordu:

“Kentlerde ve kırsal kesimde bir hekim olarak geçirdiğim uzun yıl­lar ve her gün kapımı çalarak psikolojik ve cinsel sorunlarının yükünü ka­pımın eşiğinden taşıyan erkek ve kadınlar beni bu kitabı yazmaya yönlen­dirdi. Pek çok kişi bu incelemenin yalnızca kadınlara -ailelerine, çocuk­larına, kocalarına - ve yaşamda karşılaştıkları duygusal ve cinsel sorun­lara dair olduğunu düşünecektir (…) Nihayet kadınların dünyası aile, çocuklar ve ev ile sınırlı değil midir? (…) kadının toplumdaki konumuna ilişkin derinlemesine bir in­celeme girişi, onu yalnızca bir üreme aracı olarak değerlendiren kavra­yıştan kurtardığı andan itibaren, insan yaşamının tüm yönleriyle ilintili çok daha geniş bir konular dizisini göz önünde bulundurmak zorundadır. Bizi siyasete ilişkin genel ilgiler alanına götürür; daha doğrusu, asla bit­meyecek bir özgürlük ve hakikat mücadelesinin içine örülmüş birinci el­den siyasal bir dava haline gelir.”

İronik bir şekilde belki de en çok yankı bulan sesi bir hücreden, idam mahkûmu bir kadının öyküsünden gelmiştir. Bu ironi sanki bu 90 yıllık yolculuğa karakterini veriyor… Bir hücreden, ölümün kıyısından, "sıfır noktası”ndan yaşamının son anlarına tanık olan herkese yaşama, sevme ve kendilerini gerçek özgürlük haklarından mahrum bırakan tüm güçlere karşı direnip bu güçleri yenme isteği veren Firdevs’in hikâyesi. Çocukluğundan itibaren eşitsizliğe en acı biçimiyle maruz kalan, maruz kalanları dinleyen, buna karşı yazarak ve eyleyerek mücadele eden Neval’in hikâyesi.

Belki de en önemlisi, meydana ve meydanın içerisindeki ateşe baktığında da; bir odada bir kadının gözlerindeki ateşe baktığında da o ateşlerin, o coğrafyanın tarihine bakıyor oluşu.

Ve elini yakan ateşe rağmen vazgeçmeden anlatıyor. Sürgün, hapis, siyasal İslamcılar tarafından hedef gösterilme… Hatta coğrafyada siyasal İslam’ın gerçek yüzünü ifade ettiği için “batılı aydın” dostları tarafından oryantalist ilan edilme…

2017’de Genç Feministlere Mektup başlığı ile yazdığı yazıda tavsiye vermeyi sevmediğini, herkesin kendi deneyiminden ve hikâyesinden öğrendiğini söylüyor ve ekliyor:

“Kendi yaşamlarımızda kendi deneyimlerimizden öğreniyoruz. Bilginin ve farkındalığın bedelini fiziksel ve entelektüel acıyla ödüyoruz. Acı çekmeden öğrenemeyiz. Özgürlüğün bedelini ödemeden kendimizi özgürleştiremeyiz. Yaratıcılığın bedelini ödemeden yaratıcı olamayız. Bedeli yüksek olabilir: hapis, sürgün ve hatta ölüm.

Birlikte çalışarak ve savaşarak özgürlüğün bedelini en aza indirebiliriz. Toplumsal ve siyasi örgütler aracılığıyla toplu çabalar, devlet düzeyinde ve uluslararası düzeyde örgütlü askeri, siyasi ve ekonomik güçlerle karşı karşıya olan güçsüz insanlara güç verir.

Kapitalist, ataerkil, ırkçı, dini sistem altında iktidarlarla yönetilen bir dünyada yaşıyoruz. Toplumun en çok ezilen kesimleri, tarihin başından beri köleliğe boyun eğmeyi reddeden kadınlar ve yoksullardır.

Tarih okumak, ataerkilliğin ve diğer baskı ve saldırganlık türlerinin kökenini ve köklerini keşfetmemize yardımcı olur ve aydınlatır. Kadınlara ve kölelere yönelik baskı, ne doğal, ilahi ne de ebedidir; politik ve ekonomiktir ve bu nedenle bunlar, yerel ve küresel olarak kolektif örgütlü çabalarımızla değiştirilebilir.”

Bize çok yakın bir coğrafyadan, içerisinde bulunduğu cehennemi yakmak ve küllerinden hem kendisini hem de dünyayı yeniden kurmak isteyen, bunun için çabalayan bir yolculuğun yankılarından geçtik birlikte.

Bu yankıları duyduğumuz yer siyasal İslamcı faşizmin bir gece kararnamesi ile İstanbul sözleşmesini feshettiği, kadınların var olan, ses veren, eşit birer özne olmasına açılan savaşın tüm hızıyla sürdüğü nokta. Yok, sıfır noktası benzetmesi değil bu, değiliz çünkü yalnız değiliz, bir aradayız. Ve ancak birlikte ve birbirimize güç vererek kendi hikâyemizi yazabiliriz bunu biliyoruz.

Hiçbir yerde böyle bir şeye rastlamadım ama bir his diyelim buna, Neval bir feminist ve bir psikiyatrist olarak, Şilili feministlerin şu sözünü çok seviyordur:

“No somos histéricas, somos historicas.”

*Histerik değiliz, tarihiz!