Anaakım medyanın birinci çoğul şahısla, “girdik, vurduk, aldık,” şeklinde manşetler attığı günlerdeyiz. Birinci çoğul şahısın gazetecilik dilinde yeri olmadığını söylemek bile çok naifçe artık. Kimsenin umrunda olmaz. Aslında bu kutuplaşmanın zararlarından yakındığımız dönemi bile aratacak bir seviye. Çünkü kutuplaşma dediğimiz şeyde iyi kötü iki kutuptan söz edilebiliyordu. Şimdi, sadece tek bir kutup olsun isteniyor. Yani dev bir yankı odası.

İngilizce “echo chamber” kavramı, Türkçeye genellikle “yankı fanusu” diye çevriliyorsa da “yankı odası” ifadesi, bana daha anlaşılır geliyor. Çünkü hepimizin bir odası var ve oraya sadece kendimiz gibi insanları alıyoruz. Başlangıçta sağlıklı da gelse, bu durum bir süre sonra kendini tüketiyor. Yankı odası kavramı, bazen bile isteye, bazen sosyal medyanın algoritması, bazen de sansür yoluyla karşıt görüşten tamamıyla soyutlanmayı temsil ediyor. Soyutlanmanın da ötesinde, sürekli tekrarlarla, görüş, inanç ve kanaatler kalıplaşıyor. Örneğin; Twitter’da sadece kendimiz gibi düşünenleri takip ediyoruz, Facebook’ta ha keza. Hatta Facebook’ta öyle bir algoritma var ki arkadaş olarak eklediklerimizin içinde de bir seçki yapıyor, kimin iletilerine en çok yorum yapıyorsak, kimin iletilerini en çok beğeniyorsak onları gösteriyor. Bu pek çok insana makul gelebilir de konu gazetecilikse iş değişir.

Gazeteciliği bir yankı odasına sıkıştırmak ne kadar sağlıklı? Böyle bir ortamda kim kazanır? Yankı odalarından çıkış mümkün müdür? Bu haftaki “Köşe Vuruşu”nda bu üç soruya cevap aramak istiyorum.

1- Kendi kendine konuşmak ne kadar sağlıklıysa…

Gazetecilik ne için yapılır? Hakikati halka ulaştırarak demokrasilerde dördüncü güç vazifesi görmek için. Oysa gazeteciliğin dili ve kapsamını sadece kendiniz gibi düşünenlerle sınırladığınızda, sadece kendiniz gibi düşünenlere ulaşabilirsiniz. Çocukların da yapabileceği basitlikte bir çıkarım. Peki derdimiz hakikatse bu kadarı yeterli mi? Yeterli olsa bu durumda olmazdık belki de.

2- Yankı odası büyük olan kazanır

Herkesin kendi “yankı odalarına” gömüldüğü ortamda, kuşkusuz kazanan, gücü elinde tutanlar olur. Bu maddi güç olabilir, yargı gücü olabilir, her türlü baskı aygıtı olabilir. Çünkü bu güç, kendi dev yankı odasını yaratma gücüdür aynı zamanda. Herkesin sesinin kendi sesinin yankısı olmasını ister mekanizma. Farklılaşma gibi bir ihtiyaç yoktur orada. “Hakikat budur!” dedikleri zaman bazen sessiz kaldığı için bile suçlu ilan edilebilir insan.

3- Yankı odasından çıkış mümkün mü?

Gazetecilik için yankı odasından çıkmanın tek yolu hakikatte ısrar etmek. Ancak hakikatin yankı odanızın dışındakilere de yansıyacak yönlerini bulmak. Her siyah denilene beyaz demenin ötesinde kırılımlar keşfetmeye çalışmak. Yoksulluk mu, işsizlik mi, sağlık mı, yoksa eğitim mi ya da ülkemizde iktidara ortak olması gereken muhalefet partilerinin bile pek umrunda olmayan “geleceğe” dair bir vizyon mu? Cevabı tartışarak, deneyerek bulunacak bir soru bu. Tek bir cevabı da olmadığını tahmin ediyorum. “Ama onlar da…” diye başlayıp bu yazıdaki görüşleri yerden yere vuracak analizlere de açığım. Lâkin itiraz etmekten öte bir çözüm önerisi düşünmenin ne zararı var sorusuna da cevap bulunması gerek.

Bunca baskı ortamında bu yazıyı fuzuli bulanlara saygı duyarım. Ancak içinde bulunduğumuz durumun aynı zamanda kendi yankı odalarımıza gömülmenin de bir sonucu olduğunu düşünen biri olarak yazmak zorunda hissettim. Bir şeylerin değişmesini istiyorsak, şu ortamda bile yankı odalarımızın dışına doğru bir adım atmayı denemekten başka çare yok. Burada artık bir mecra olan okura da, gazeteciliğe de görev düşüyor. Çünkü kendi kendimize konuşmanın ne bize ne de hakikate faydası var.