Yüzde 10 indirimin enflasyon sorununa çare olmayacağı ortada. Günü kurtarmak için atılan adımlar sorunların çözülmesine değil, ancak biriktirilmesine katkıda bulunuyor

Yanlış adımlar enflasyon faturasını büyütüyor

Enflasyon, Türkiye ekonomisinin yıllardır çözemediği yapısal bir sorun. Neredeyse her iktidarın ekonomik vaatleri arasında olan ‘enflasyonla mücadele’ sözü hiçbir dönem yerine getirilemedi. İlerleme kat edilemediği gibi enflasyonun yükselmesinin de önüne geçilemedi. Kısaca ‘enflasyonla nasıl mücadele edilemez’ konusunda oldukça fazla deneyime sahip bu ülke. Dolayısıyla Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın geçen günlerde sunduğu enflasyonla mücadele programının kimsenin yüreğine su serpmediği ortada.

Herkesin yakından takip ettiği gibi, eylül ayı enflasyonu resmi beklentilerin ve finans çevrelerinin tahminlerinin üzerinde çıktığı için enflasyon gündemi ilk sıraya oturdu. Oysa markete pazara giden vatandaş açıklanan enflasyonun gerçek hayattaki pahalılaşmanın yanına yaklaşamadığının elbette uzun zamandır farkında. Fakat burada önemli olan nokta, enflasyon sorununa resmi bakışın vatandaşın yaşadığı hayat pahalılığından çok teknik finansal beklentilere odaklı olması. Bu sorunun aslında yapısal modelin bir sonucu olduğu, görmezden gelinen, herkesin bildiği fakat dillendirmekten imtina edildiği bir ülke gerçeği olduğu masada duruyor. Dolayısıyla resmi bakış da yükselen enflasyon beklentilerinin piyasa faizleri üzerinde yarattığı baskıya ve döviz fiyatlarındaki olumsuz etkilerine odaklı kalıyor. Hal böyleyken çözüm diye ortaya atılan uygulamaların da hayat pahalılığının önüne geçmek yahut vatandaşın satın alma gücündeki erimeyi telafi etmek gibi bir derdi kalmıyor.

Market fiyatları TÜİK’in çok üstünde

TÜİK’in enflasyon hesaplamasında temel aldığı fiyatlarla market fiyatları arasında uçurumlar var. Market fiyatları ortalama olarak TÜİK madde fiyatlarının yüzde 50 üzerinde seyrediyor. Gıda grubu bazında baktığımızda, tahıl grubunda bu fark yüzde 34; et ve balık grubunda yüzde 102, süt grubunda da yüzde 28’e ulaşmış durumda. Meyve ve sebzede ise aradaki fiyat farkı yüzde 54’e dayandı. Örneğin TÜİK’in fiyatlarına göre domatesin marketlerde 3 katı daha pahalıya satılması, bu farkın bir yansıması.

Şimdi marketlerin tüm bu ürünlerin hepsinde birden yüzde 10 indirim yaptığını farz etsek bile, aradaki fark yüzde 35’e çıkıyor. Yani marketler bütün ürünlerinde yüzde 10 indirim yapsa bile, fiyatlar hâlâ TÜİK fiyatlarının yüzde 35 üzerinde kalıyor.

Bu aradaki fiyat farkının boyutu dikkate alındığında, Türkiye’de bir market enflasyonu hesaplanmaya kalkılsa sonucun oldukça ürkütücü olacağı gayet açık görülüyor.

Ne var ki, bu yüzde 10 indirimin vatandaşın yaşadığı enflasyon sorununa bir çare olamayacağı da ortada. Bu yüzde 10, zaten vatandaş tarafından hak edilmiş bir iade. Kaldı ki, bunun bir kampanya gibi değil, devletin her zaman yapması gereken ‘fiyat kontrolü’ görevinin bir gereği olarak yerine getirilmesi gerekir. Bunun sadece göstermelik birkaç üründe birkaç firma tarafından yapılmasının kimseye yarar sağlamayacağı gibi, böyle bir fiyat indirimi yapacak imkânı olmayan küçük esnafa da zarar vereceği açık. Örneğin toptancısından malını hâlâ fahiş fiyattan alan küçük esnaf, böyle bir indirimi yapmaya kalksa zarar edecek, kaldı ki yapmasa yine zarar edecektir.

*****

Doğru teşhis doğru tedavi

Sürekli söylediğimiz gibi sorunun tedavisi için öncelikli olarak sorunun doğru teşhis edilmesi gerekiyor. Türkiye’de bugün yaşadığımız enflasyonun temel nedeni girdi maliyetlerindeki artıştan kaynaklı. Yani tam adıyla yaşadığımız çoğunluklu olarak maliyet enflasyonu. Türkiye ekonomisinde özellikle 2001 sonrası uygulanan politikalar sonucu dışa bağımlılık hız kazandı ve üretimin girdileri büyük ölçüde ithal mallardan oluştu. Dolayısıyla bugün döviz fiyatlarında önü bir türlü kesilemeyen yükseliş, bu girdilerin fiyatlarını yukarı çekiyor ve maliyet enflasyonunu oluşturuyor. Bu durumu verilerden de takip edecek olursak, Yurt İçi Üretici Fiyat Endeksi (Yİ-ÜFE) bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 46,15’lik bir artış yaşarken, TÜFE’deki artış yüzde 24,52’ye ulaştı. Tüketici ve üretici fiyat artışlarındaki makasın bu denli büyük olması, maliyet unsurunun çok belirgin olduğunun bir göstergesi.

Neticede enflasyonla mücadele edebilmenin yolu, maliyet kaynaklı fiyat artışının kontrol edilmesinden geçiyor. Bu da dışa bağımlılığı azaltmak için atılması gereken adımları öne çıkarıyor. Bu adımlar elbette kısa vadede atılabilecek adımlar değil. Örneğin ithal girdilerin yeniden ülkede üretilmesine ilişkin teknolojik ve insan kaynağı yetersizliklerinin giderilmesi gerekiyor. Bu da demokratik, çağdaş, bilimi odağına koyan bir eğitim anlayışı gibi uzun bir zaman dilimini gerektirecek adımları barındırıyor.

Öte yandan günü kurtarma hedefiyle kısa vadede bugün atılmaya çalışılan adımlar, ne yazık ki sorunların çözülmesine değil, ancak biriktirilmesine katkıda bulunmaktadır. Fatura ertelenerek büyümektedir.