Sağlık Bakanı iktidar partisinin kuralları hiçe sayarak tıklım tıklım kongreler yapmasını ve ardından salgında görülen rekor sayıda vakaları soran gazeteciye “Bu konuyu gündemde tutmanın kimseye faydası yok” dedi.

Bu yaklaşım çok şey ifade ediyor. Bir yönetme biçimini, özellikle salgın döneminde bu yönetme biçiminin nasıl sonuçlar doğurduğunu açıklıkla görüyoruz. Geçen yıl gördüğümüz tepe noktalarını aşan sayılarda hastalar, artan ölümler, mutasyonlar ve yeni virüs varyantlarıyla iyice karmaşık hale gelen bu süreçte halk neler yaşıyor, ülkeyi yönetenler neyin peşinde?

Bir yanda köyde tek başına hayvanlarını otlatan yaşlı kadının yanına gidip sokağa çıkma yasağını anlatan jandarmayı, kadının yaşadığı korkuyu bir yandan da kongreleri, göbek atmaları hatırlayınız. Bu haliyle ayrıcalıklı zümreler oluşması sıradanlaşırken, birilerine kurallara uymama özgürlüğü verilirken, geniş halk kesimlerine bitmeyen kısıtlamalar, hastalık, ölüm, işsizlik, yoksulluk düşüyor. Sağlık çalışanları artan hasta sayıları ve ölümlerle boğuşmak zorunda kalıyor, kendileri de hastalanıyor, can veriyor. Bir de bu çarpıklıkların üzerinde durulmaması tembih ediliyor.

GÜNDEMDE TUTMAK TEKRARINI ÖNLEMEYE VE İYİLEŞTİRMEYE YARAR

Acılar yaşatan olayların, haksızlıkların gündemde tutulması önemlidir. Her şeyden önce zarar görenlerin acısını hafifletmek ve benzerlerinin yaşanmasını önlemek için gereklidir. “Üzerinde durmanın kimseye faydası yok” sözü Türkiye’de pek çok haksızlıktan, saldırıdan, katliamdan sonra söylenmiştir. Oysa bu söz canı yananlara, yakınlarını kaybedenlere, topluma hiç de iyi gelmez. Hele tüm dünyayı etkileyen, sağlığımızı ve yaşam koşullarımızı belirleyen böyle bir salgın sürecinde bu kadar bilimdışı, insanların dayanışma duygularını zedeleyen bir ayrımcılık yaşanıyorsa, ceremesini tüm bir toplum çekiyorsa nasıl üzerinde durulmasın? İster istemez şu sorular hep sorulacak: Bu kongreler, kurallara aykırı toplaşmalar nedeniyle kaç kişi fazladan hayatını kaybetmiştir/kaybedecektir, uzayan salgın nedeniyle kaç kişinin dükkanları kapanacak, kaç kişi işsiz kalacak, yoksullukları derinleşecek, belki intihar edecektir?

Peki, Sağlık Bakanı’nın dediği nasıl olabilir? Yani haksızlıklar nasıl gerçekten gündemden düşer? Zarara uğrayanlara iyi gelen nedir? Bunun için gerçek bir yüzleşme, sorumluların hesap vermesi, adaletin yerini bulması gerekir. Bunu en başta ülkenin sağlığından sorumlu olan Bakan’ın talep etmesi beklenir. Ne yazık ki bunun çok uzağında kaldığımız görülüyor.

SALGINDA DURUM VE YAPILMASI GEREKENLER

Salgında vaka sayıları her gün rekor kırıyor, önceki gün sayı 40 bine dayandı. Ağır hasta sayıları ve ölümlerde de buna paralel artış devam ediyor. Bilim insanları hızlı bir aşılamanın yanında yurttaşların ihtiyaç duydukları ekonomik ve sosyal destek sağlanarak 28 gün tam kapanma öneriyorlar. En çok hasta sayıları bildirilen Samsun’da Samsun Tabip Odası bilimsel olarak ihtiyaç duyulanları sıraladı. Kritik sektörler korunarak en az 2 hafta tam kapanmanın, seyahat kısıtlamalarının, hastalığın fazla görüldüğü illerde gerekirse 2 doz aşı arasındaki sürenin 2 haftaya indirilmesinin, bilgilerin şeffaf paylaşılmasının, ilçe bazında sayıların görünür olmasının, alanın uzmanlarını, sağlık meslek örgütlerini karar alma mekanizmalarına katmanın gerekliliğini anlattı. Salgın dışı sağlık sorunlarının güvenle tedavi edilebilmesi için düzenlemelerin yapılmasını ve sağlık çalışanlarının ihtiyaçlarının karşılanmasını istedi.

Salgınla baş etmenin olmazsa olmaz koşulları yönetenlere güvendir, bilimdir, dayanışmadır. Ne acı, tüm bunların aşındığını görüyoruz. Açıklanan kararlar bilimsel gerekliliklerin dışında, kimi zaman ekonomik ihtiyaçlarla kimi zaman ideolojik tutumlarla şekilleniyor.

Salgın hastalık mı, kendisini yaşamın bütününü ilgilendiren ortak mücadele alanı olarak ortaya koyuyor. Kadim davayı, eşitlik, özgürlük, kardeşlik mücadelesini hatırlatıyor.