Yaşadığımız çağın en büyük sorunlarından biri, bir konuyla ilgili gerçekten büyük bir felaket veya kayıp yaşamadan o konuya dikkat çekmenin mümkün olmaması. Geçen haftaki yazıda (Dikkat, yangında ilk kurtarılacak!) bu konuya bir giriş yapmıştık. İklim değişikliği, küresel ısınma, kontrolsüz imar izni, tehlikeli imar affı, deprem tehlikesi gibi konularda ne kadar dikkat çekilmeye çalışılırsa çalışılsın, o günün viral gündemleri arasında eriyip gidiyor. Sonra yangın olsun, sel olsun bir felaket geliyor, tüm dikkatimiz orada. Bu sistemin tasarımıyla ilgili bir konu; tek tek bireyleri yani kendimizi suçlayamayız kuşkusuz. Ancak bununla gerçekçi bir mücadele için de bir farkındalık geliştirmek ve bunu yaygınlaştırmak da şart. Hiçbir sorunun, hak ettiği dikkat payını alamadığı kontrolsüz bir akıştayız. Yapay zeka meselesi de tam böyle bir yerde. Şu günlerde ne zaman konuşulsa, ya bilim kurgu gibi tınlıyor ya işimizi elimizden alacak bir canavar gibi uzaktan bakıyor ya da hayranlık uyandırıyor.

Bu haftaki Köşe Vuruşu’nun meselesi, yapay zeka ile ilgili oldukça yeni ve gündeme uygun iki ayrı gelişmenin karşımıza çıkardığı iki ayrı yön.

SELLER ÇOK ÖNCEDEN TAHMİN EDİLEBİLİR!

Geçen hafta Türkiye’nin gündeminde sel felaketi vardı. Bir önceki hafta da yangın. Tüm bu felaketlerin iki tarafı var. Birincisi; tüm dünyanın ortak sorunu olan iklim değişikliği, ikincisi; dere yataklarına ev yapmak, yangınlara yeterince hazırlıklı olmamak gibi daha ülkemizle ilgili güncel sorunlar. Sosyal medyanın gündemi genellikle güncel ve yerel sorunlar oluyor. İnsanın daha yakınındaki sorunlarla ilgili olması normal. Bununla birlikte dünyada sular akmaya da devam ediyor. Örneğin; Standford Üniversitesi’nde bugünlerde yapılan bir çalışma*, taşkın ve sel felaketlerine yol açan hava olaylarının nedenlerini anlamaya odaklanıyor. Bu yeni makine öğrenme yaklaşımı, gelecekteki seller hakkında çok daha iyi tahminler yürütmeye yol açabilir. Stanford Üniversitesi Dünya Enerji ve Çevre Bilimleri Okulu’ndan Francis Davenport, bunu “Kullandığımız algoritma, aşırı yağışlı günlerin yüzde 90’ından fazlasını doğru bir şekilde tanımlıyor, bu da test ettiğimiz geleneksel istatistiksel yöntemlerin performansından daha yüksek” diyerek açıklıyor. Biz sosyal medyanın kötü niyetli algoritmalarıyla meşgulken bir başka algoritma, son yaşadığımız sel felaketi gibi felaketleri önlemeye yardımcı olabilirdi. Tabii birileri bunu tespit edip bu gürültü içinde sesini duyurabilir miydi, duyursa inandırabilir miydi, o ayrı bir tartışma.

YÜZDEN İDEOLOJİ OKUNABİLİR Mİ?

Yine Stanford Üniversitesi’nde yapılan başka bir çalışmayla devam edelim. Konumuz yüz tanıma algoritmaları. Sosyal medyadan güvenlik kameralarına her yerde yüzümüzün bir sureti olduğuna göre bu konu hepimizi ilgilendiriyor. Stanford Üniversitesi’nde Michal Kosinki’nin yaptığı yeni tarihli bir araştırma** çarpıcı veriler ortaya koymuş. 1 milyondan fazla sosyal medya profil fotoğrafıyla besledikleri bir algoritma, bu yüzlerin ait olduğu insanların politik görüşleri konusunda yüzde 72 doğru tahminde bulunmuş. Aynı yüzleri bir makineye değil, gerçek insanlara sorup ideolojik görüşleri hakkında bir tahmin yapılması istendiğindeyse, doğru tahmin oranı yüzde 55 civarında kalmış. Yani bu konuda makinelerin gerçek insanlardan çok daha iyi oldukları açık. Bu algoritmalar, örneğin; cinsel yönelim tahmini için de eğitilebiliyor. Mesele her yönüyle çok tehlikeli bir yere gidiyor. Yapılan röportajdan anlıyoruz ki, bu çalışmaların sonuçlarına yapanlar bile inanmakta güçlük çekmiş. Diğer yandan, hiçbir zaman veri setini yayınlanmasa da Facebook’un 2014 yılında, DeepFace adlı bir derin öğrenme modelini eğitmek için kullanıcı fotoğraflarını kullandığı biliniyor. MIT Technology Review’de Karen Hao’nun yeni tarihli bir makalesinde*** hatırlattığı üzere, Microsoft’un 2016’da yüz tanıma teknolojisiyle ilgili çalışmaları teşvik etmek için yayınladığı, 100 bin ünlüye ait 10 milyon görüntü, mahremiyet itirazlarıyla silindi ama ne asla yok olacaklar ne de tartışması bitecek. Mesele ‘her yere fotoğrafımızı yüklemeyelim, bilinçli olalım’ diyerek çözülecek kadar küçük bir mesele değil artık. Milyarlarca insanın biyometrik olanlar dahil en değerli verileri birilerinin elinde ve her amaçla kullanılabilir. Artık asıl olan, bu verilerin nasıl güvende tutulacağı ve nasıl kullanılacağıyla ilgili farkındalık yaratmak.

ÜTOPYADAN DİSTOPYAYA

Görüldüğü üzere, bir sorunu tanımlarken örneğin “yapay zekâ”dan söz ederken bahsedeceğimiz her tehlikesine karşılık, muazzam bir faydasından da söz etmek mümkün. Her şeyin bir bedeli var. Kötü niyetli sosyal medya algoritmaları, dikkatimizi dağıtıp, felaketleri önlemek için gerekli kamuoyunun oluşmasını önleyebilir ama aynı zamanda felaket sonrasında inanılmaz bir dayanışma ağının oluşmasına da katkıda bulunabilir. Bu noktadan sonra önemli olan hayranlığı veya karamsarlığı bırakıp mücadele etmek. Lizzy O’Shea, Geleceğin Tarihleri (Türkçe’de: Metis Yayınları, Haziran 2021) kitabında şöyle uyarıyor “Kapitalizm tırmandıkça ve özellikle teknoloji geliştikçe siyasal, toplumsal ve ekonomik demokrasi ister istemez zayıflar.” Örnek olarak da, referanslarla, İkinci Dünya Savaşı’nın teknolojik gelişmeden doğan ütopya fikrini distopyaya çevirmesini gösteriyor. Bugün teknolojinin gittiği noktada da böyle bir tehlike mevcut. Distopik dizilerin, filmlerin, romanların gördüğü ilgi güzel de daha fazlasını nasıl yapacağız, bunlar ne zaman güncel siyasetin konusu olacak diye de düşünmek gerekiyor. Daha fazla felaket yaşamadan mümkünse, tabii algoritmalar izin verirse…


* https://news.stanford.edu/2021/08/10/understanding-extreme-weather/

** https://www.gsb.stanford.edu/insights/facing-unsettling-power-ai-analyze-photos

*** https://www.technologyreview.com/2021/02/05/1017388/ai-deep-learning-facial-recognition-data-history/