Yapayalnızız kumsalda...

Fethiye’de Barış isimli bir kalpsizle tanışmıştım 1990’ların başında. Pakistanlıları doldurmuştu civarına, yüklü miktarda para alıyordu onlardan. Yunan adasına kaçıracaktı onları. Sürekli sırıtıyordu. Yüzünün kenarlarından akıyordu iğrençlik.

Uykularım kaçmıştı. Aşkla, bütün kalbimle ihbar etmek istiyordum. Zavallı perişan Pakistanlıların üç kuruşu ile yolunu bulmak ne demekti? Ama o Pakistanlılar ne olacaktı? Asla ihbar edemezdim.
Barış uyanık göründüğü kadar zevzek ve beceriksizdi. O tekneyi o adaya götürebileceği şüpheliydi. Ertesi gün gazeteyi açtığımda “10 göçmen boğularak öldü…” diye başlayan bir haber okursam ömür boyu affedemezdim kendimi. Muhakkak ihbar etmeliydim.

Tabii ki ihbar etmedim. Barış alçağı almış Pakistanlıları Marmaris civarında bir koya bırakmış “Burası Yunanistan” diye. Pakistanlılar Fethiye’ye dönmüş, Barış musibetiyle beni tanıştıran avukat arkadaşımızdan yardım istiyorlardı. Barış sırra kadem basmıştı tabii. Avukat arkadaşım çaresizlik içinde “ama.. ama..” diyordu. Çok şükür Barış’ı bir daha görmedim.

Kötü kalpli Barış, son anda vicdana gelip götürmeye kalksaydı bu sefer beceriksiz Barış devreye girebilirdi. O tekneyi batırabilir, o Pakistanlıları öldürebilirdi. Kötü kalpli Barış’ın beceriksiz Barış’a üstün gelmesi belki yaşattı Pakistanlıları.
Barış kendi halinde bir alçaktı. Sıradan bir insan taciri bile değildi.

Dünyanın her yerinde mültecilerle söyleşiler yayınlanıyor. İçeriden haberler. Türkiye haber kaynıyor. Bizim gazeteler konuya saksı yakınlığındalar. Hürriyet Aylan Kürdi’nin fotoğrafını yayınlayıp yayınlamama kararını tartışıyor. Hürriyet görseli neden nasıl kullandığını tartışmaya çalışırken “insan tacirleri” deyip duruyordu. Birisi Hürriyet’e söylesin, Akyarlar Kos’un hemen karşısında. Bir şişme bot kafi. Bir çok insan da öyle tüccarlarla filan değil şişme botlarla gidiyor karşıya. Kendi başına. Ayrıca benim insan taşıyasım geliyor Bodrum’a gidip. Ortadaki suçlular silsilesinin en sıradan halkalarından birisi o ‘tacirler’.

Bu amiral, üzerinde yazı bulunan kağıt basmayı marifet sanarken gazetecilikten o kadar uzaklaşmış ki, sıradan insan ezberinin bile ötesine gidemiyor. Sıradan bir sosyal medya takipçisinin Kos’taki bot ve can yeleği mezarlığını görmemesine olanak yok. Bu insanları insan tacirleri kaçırmıyor. Yahut çok azını onlar kaçırıyor. Bunlar gözlerinin önündeki Kos’a kıytırık botlarla kendi başlarına gidiyorlar. Amiral Hürriyet ise “Allahım bu çocuğun fotoğrafını ne zor kararla şeyettim” etik tartışmasına girmeye çalışıyor. Evladım sen konuya o kadar seyircisin, etik sana o kadar uzak bir liman ki, o herbiri bambaşka hikayelere sahip insan evlatlarını film seyreder gibi seyredebiliyorsun. Bunun üzerinden de büyük medyayı oynamaya debeleniyorsun.

Trafiğinin ezici çoğunluğunu çıplak kadın galerileri üzerinden devşiren, haberini ajanslardan takip eden kağıtların sahiplerinin amiralcilik oynadığı bir vatan burası. İnsanların bir şeyi anlamaları için bilmeleri yetmiyor. Misal, Milli Piyango bileti alanlar içinde kendisine büyük ikramiye çıkacağını zanneden kimse bulunmaz. Çıkmayacağını bilir ama çıkması fikrini akıldan geçirmek için verilir o para. Zaten çıksa da hayrını gören görülmemiş.

Evet. Ne komik değil mi? Milyonlarca insan milyonlarca lira için yırtınıyor. Sonra birine o milyonlarca lira çıkıyor. Ve o biri mutsuz oluyor. Her seferinde böyle olmuş. Bunu herkes biliyor. Ama yine gidip milyonlarca insan o Milli Piyango biletlerine para harcayıp hayal kuruyor.

Farkındalık da bu şekilde işliyor.

Bir savaşın yaralarına merhem olsun diye para toplamaya çalışırken “milyonlarca insanı iyileştireceğiz bu parayla” deyin, üç kuruşu bir araya getiremezsiniz de kaza geçirmiş bir tek Ahmet’in hikayesini anlatın ve ona ameliyat parası toplayın hemen bulursunuz.

Aynı Bodrum’da otopark on ila 30 lira arasında değişiyor. Park parasına alınabilecek bir can yeleği olmadığı için kıyıya çocuklar vuruyor. Bu, aylardır oluyor. Şimdi infial oldu ama. İnfiali sağlayan ise Aylan Kürdi’ninki başta olmak üzere fotoğraflar. Halbuki Aylan Kürdi bir gün önce oralarda uyuyordu. Be şimdi gözünde tomurcuk yaşlarla fotoğrafını paylaşan insan, o vakit neredeydin? Şimdi hislendin de yığınla Aylan’ın yanına oturup muhabbet mi ediyorsun? O her köşedeki Suriyeli çocukların hepsi birer Aylan değil mi?

Özgecan kalpleri parçalamıştı. İnfial olmuştu. Ertesi gün ölen kadınları kimse duymadı bile. O kadar infialin kadın katline, tacizine karşı mücadeleye zerre kadar faydası olmadı.

Aylan şimdi hırpaladı herkesi. Kimse kalan yüzlerce binlerce Aylan için bir şey yapmaya yanaşmıyor. Ağlıyor. Samimiyetle ağlıyor. Ama kımıldamıyor.

Hiçbir şey eskisinden daha kötü değil. Tek fark, şimdi herşey gözümüzün önünde oluyor. Ve umarım daha kötü bir şey olmuyordur. Umarım artık eskiden Yeşilçam melodramlarıyla, Brezilya dizileriyle idare edilen ağlama istihkakını Aylan’lar karşılamıyordur. Umarım Aylan’ın o ayakkabılarının Hrant’ın ayakkabılarına olan benzerliği görünüyordur. Umarım Ceylan Önkol’dan Berkin’e giden yolun aslında hepimizin evine çıktığı fark edilir. Bugün aşağı mahalle yanıyor. Yarın burası. Hepimiz potansiyel göçmenleriz. Hepimizin çocukları da potansiyel Aylan’lar, Ceylan’lar.
Hayat dün olduğundan daha sert değil. Bugün herşey göz önünde ama. Biraz göz lazım ama hepimize.
Rakı kelimesini cümle içinde kullanacak halim yok. Kusuruma bakmayın.

Barışa.