31 Mart yerel seçimleri, 17 yıldır biriken bıkkınlığın ve mutsuzluğun geriletilmesinde önemli bir adım oldu. Kuşkusuz 1 Nisan, hepimiz için yeni bir başlangıç. Şimdi önemli olan bundan sonrası. İktidar politikaları sayesinde daha da derinleşen ekonomik kriz, 31 Mart sonuçlarını belirleyen önemli faktörlerden bir tanesi. Elbette ülkenin büyük çoğunluğu yoksullaşma ve işsizleşmeyle boğuşurken, dar bir kesimin […]

31 Mart yerel seçimleri, 17 yıldır biriken bıkkınlığın ve mutsuzluğun geriletilmesinde önemli bir adım oldu. Kuşkusuz 1 Nisan, hepimiz için yeni bir başlangıç. Şimdi önemli olan bundan sonrası.

İktidar politikaları sayesinde daha da derinleşen ekonomik kriz, 31 Mart sonuçlarını belirleyen önemli faktörlerden bir tanesi. Elbette ülkenin büyük çoğunluğu yoksullaşma ve işsizleşmeyle boğuşurken, dar bir kesimin gösteriş ve şaşaa ile giderek zenginleşmesinin de bundaki etkisini unutmamak lazım.

‘Ekonomi böyle yönetilmez’ mutabakatı

Bugün büyük sermaye guruplarından tutun da küçük işletmecisine, esnafına, işçisine dek uzanan geniş bir kesim, ekonominin gidişatından mutlu değil. Kimisi sermayeyi ürküten hukuksuz ve şeffaf olmayan yönetim tarzından, kimisi ağır vergilerden, kimisi kredi imkânlarının daralmasından, kimisi de iş imkânlarının yokluğundan ve çalışma koşullarının ağırlaşmasından şikâyetçi.

Hatırlarsak, 2002 yılından itibaren uzunca bir dönem IMF politikaları harfiyen uygulanmış, sermaye kesimine vaat edilen tüm ‘güzellikler’ yerine getirilmişti. Uluslararası sermaye hareketlerinin rotalarından biri bu sayede Türkiye olmuş, döviz kuru ve faiz indirilmiş, dolayısıyla enflasyon geriletilmişti. Bu durum büyüme yaratmış, fakat bu büyümeye istihdam eşlik etmemiş, sanayi ve tarımın payı milli gelir içinde küçülmüş, tarım ve sanayiden kopan işgücü şantiyelere, hizmet sektörüne kaymıştı. Emek aleyhine düzenlemeleri içeren dönemin ‘yapısal dönüşümü’, sendikasızlaştırma ve esnekleştirme adımlarıyla reel ücretleri verimlilik artışlarının epey bir arkasında bırakmıştı.  

Herkes değişim istiyor… Ama nasıl bir değişim?

Sermaye her şeyden önce önünü görebilmek ister, bunun için de kurumsal yapının işleyişine önem verir. Örneğin MB bağımsızlığını savunur, ama bunu serbest piyasa işleyişinin kurallarının tam olarak uygulanacağından emin olmak için ister. Yani para,  yönünü ve kazancını ararken yolunda sis istemez. İşte tam da bugün sermaye tarafından talep edilen ‘yapısal reformlar’ bu yolda görüş mesafesinin artırılmasına dönüktür.

O yüzden de adına ‘reform’ denmekte,  yani düzeltme talep edilmektedir. Yapısal düzeltme, raydan çıkmış olan Türkiye ekonomisini yeniden 2002 rotasına oturtma arayışıdır.

Diğer taraftan ülkenin geniş bir kesimini oluşturan, 31 Mart seçimlerinde de belirleyici oylara sahip olan toplumun emekçi kesiminin değişim talebi, işsizliğe, üretimsizliğe, hayat pahalılığına, gelir adaletsizliğine, insanca yaşam olanaklarının yok edilmesine karşı değişim isteğidir.

Bu taleplerin ise mevcut işleyişin içinde bir düzeltmeyle veya günün popüler ifadesi ile ‘reform’ ile gerçekleşmeyeceği bellidir. Bunun için 2001 krizinden çıkış deneyimine bakmak yeterli. Emek lehine bir değişimin ancak ilerici, çağdaş ve demokratik bir anlayış ile birlikte, eşitlikçi ve özgürlükçü bir yapının yeniden inşa edilmesi ile sağlanabileceğini unutmamak gerekiyor.

Somutlaştırarak bitirelim;  örneğin eğitimin, sağlığın özelleştirilip saydam bir anlayışla yönetilmesi, ihalelerin şeffaf gerçekleştirilmesi reform ise, bu hizmetlerin kamusallaştırılıp topluma eşit şekilde dağıtılması emekten yana değişimdir. MB’nin bağımsızlığının yeniden kazandırılması reform ise, MB’nin sadece parasal konularla ilgilenen bir kurum olmaktan çıkartılıp istihdamın ve üretimin geliştirilmesi yönünde politika üreten bir kurum haline dönüştürülmesi emekten yana bir değişimdir.

Örnekler çoğalır; fakat tek cümleyle anlatmak gerekirse, mevcut ekonomik anlayışın iflas ettiği ve sürdürülemeyeceği konusundaki görüş ortaktır, fakat değişimin nasıl ve kimden yana gerçekleşeceği konusundaki ayrışma önemlidir.