Geçen hafta bu köşede gözden geçirdik: IMF küresel ekonomi üzerindeki son iki raporunda, ülkeler-arası sermaye akımlarının durgunlaşması halinde “kırılganlaşacak yükselen ekonomiler” içinde Türkiye’yi üst sıralara yerleştirmekteydi.
Küresel raporlarda ulusal ekonomiler (dolayısıyla Türkiye) için politika önerileri fazla yer almaz. Bugün bu eksikliği giderelim. IMF uzmanlarının Türkiye için hazırladıkları 25 Eylül 2014 tarihli “Sonuç Bildirgesi”ne bakalım. Bu belge, IMF heyetinin Yürütme Kurulu’na sunacağı 2014 Türkiye raporunun özeti sayılabilir.

•••

IMF belgesi, önce nazik ifadelerle Türkiye ekonomisinin geçmiş başarımlarını övüyor; sonra derhal sadede geliyor ve ciddi sorunları sıralıyor:

Enflasyon hedefleri aşılmakta; yüksek cari açık sürmektedir. İç tasarruflar düşük, rekabet gücü yetersiz olduğu için yatırımlar ve ihracat sınırlı kalmakta; büyüme tüketime bağımlı olmaktadır. Bu koşullar içinde orta dönemde yıllık büyüme yüzde 3½ (üç buçuk) oranını aşamayacak; ülke, orta gelir tuzağına saplanmış olacaktır. Bankalar ve şirketler ucuz ve bol dış borçlara yönelmiş ve döviz kuru yükselişleri karşısında risklidir. Dış kaynak gereksinimi milli gelirin yüzde 25’ini aşmış olduğu için, ekonomi sermaye girişlerinde ani yavaşlamalara karşı kırılgan konumdadır.

Dertler sıralanmış; fakat teşhis eksik. Bu sorunların kökeninde yer alan aksak bir model var mıdır?

IMF uzmanları bu soruyu tartışamaz; zira “devleti küçültün, piyasaya teslim olun” sloganıyla Türkiye ekonomisinin yönetimini 1998’de bir kez daha üstlenen IMF programları, bugün ortaya çıkan sorunların da ana nedenidir.

Ekonominin durgunlaşmasından ve yüksek cari açıktan; dış kaynak bağımlılığından ve tasarrufların düşüklüğünden (tüketime dayalı büyümeden) yakınıyorlar. IMF’nin geçmiş telkinini hatırlatalım: “Sermaye giriş-çıkışını serbest bırakın; tasarruf yetersizliğiniz telafi edilir; yatırımlar artar:” On beş yıllık bol kepçe dış kaynak akımlarının sonucu nedir? Özel tüketimin milli gelirdeki payının yüzde 66’dan yüzde 71’e çıkmış; yurtiçi tasarruflar yüzde 15’lerin altına inmiştir.

Serbest sermaye hareketlerine, enflasyon hedeflemesini de eklediler; böylece döviz kurunu denetleme seçeneğini ortadan kaldırdılar. Bir zamanlar Merkez Bankası’nın dövizin ucuzlamasını frenleyen politikaları devre dışı bırakıldı. Ilımlı dış açıklar dönemi de tarihe karıştı. İthalat ucuzladı; yüksek TL faizleri dövizle borçlanmayı tetikledi. Sonuçta özel sektör dış borçları, cari açık hızla tırmandı.

•••

Teşhis yanlışsa, tedavi de “belirtileri geçiştirmek”ten ibaret kalır.

Uzmanların önerileri de böyle olmaktadır: Politika faizi yükseltilmeli; kamu maliyesi de kemer sıkmaya yönelmelidir. Böylece hem dış açıklar frenlenir; hem de özel sektörün tasarruf açıklarını devlet telafi etmiş olur. Bankaların ve şirketlerin dış borçlanmalarını caydıracak ihtiyati düzenlemeler uygulanmalı.

Ve malum terane: “Yapısal reform gündemi canlandırılmalı, 10. Plan’da yer alan ihtiraslı reform programı hızlandırılmalıdır.”

Neresinden eleştirelim? Cari açık sorununun hafifletilmesi, daraltıcı para/maliye politikalarında; yani daha fazla durgunlaşmada aranıyor. Döviz kurunu hedefleyen, Gümrük Birliği’nin revizyonunu gündeme getiren korumacı seçenekler söz konusu değil.

Özel sektör açıkları, devlet harcamaları kısılarak telafi edilmeli; “ihtiyati tedbirler” genişletilmeli imiş… Dövizin ucuzlamasına yol açan enflasyon hedeflemesinin rolü göz ardı ediliyor. Sermaye hareketlerinin sistematik denetimi ise, tartışma gündemi içinde yer alamaz.

Peki, yapısal reformlar? Bu terimin kestirme açılımı, “her yerde, özellikle bölüşümde daha fazla piyasa…” sloganıdır.
Paçal önerilerin çözemediği tüm sorunlar da “10. Plan’da yer alan yapısal reform programının canlandırılması” ile çözülecekmiş.

10. Plan metninin dörtte üçü, ekonomik ve sosyal sektörlerdeki hedefleri, politikaları ortaya koyuyor. Sonrasına ise, daha önce kapsanan çeşitli öğeleri (bir-iki ilaveyle) harmanlayan “Öncelikli Dönüşüm Programları” bölümü eklenmiş.

Planlama metnini kaleme alanlar, doğrudan doğruya “yapısal reform” terimini kullanmaktan çekinmişler; “öncelikli dönüşüm programları” ifadesini yeğlemişler.

Ortaya 25 maddelik listede bir liste çıkmış. Burada her şey var: “İstanbul Uluslararası Finans Merkezi” ile “işgücü piyasasının etkinleştirilmesi”; “kayıt dışı ekonominin azaltılması” ile “sağlık turizminin geliştirilmesi”; “ailenin korunması” ile “uluslararası işbirliği altyapısı” üst üste sıralanmış.

IMF “yapısal reformlar” teranesini hâlâ ısrarla sürdürüyor; ama Kalkınma Bakanlığı onu da “yerlileştirmiş”; 10. Plan’ın son bölümünü, AKP iktidarının pek sevdiği “torba kanun” uygulamalarının bir benzerine dönüştürmüş. IMF uzmanları da yirmi beş maddelik bu karışık listeyi, Türkiye ekonomisi için dört başı mamur bir yapısal reform programı, sihirli anahtar olarak yorumlamış.