Yapraksız Bahçe’nin hüzünlü hikâyeleri
İranlı genç kadın yönetmen Ghazaleh Soltani’yi İstanbul’a getiren şey İran’daki sansür ve baskılar oldu. “Filmlerim benim dünyamı yansıtıyor” diyen Soltani, izleyiciye halkının hayallerle kandırıldığını gösterdi.
Tuğçe ÇELİK
Ghazaleh Soltani, 79’daki “İslam Devrimi”den 5 yıl sonra, 1984’te Tahran’da doğdu. Irak Savaşı çıkınca ailesiyle birlikte Ahvaz’a yerleşti. Irak sınırındaki Ahvaz yerleşim yerinde babası doktorluk yapmaya devam etti.
Çocukken televizyonda kısacık fragmanını gördüğü Mavi Eşarp adlı İran filmi onu derinden etkiledi. İranlı usta oyuncu Ezzatolah Entezami’yi de ilk kez Ahvaz’da gittiği sinema salonunda, Mavi Eşarp’ın oynadığı beyaz perdede gördü, enerjisinden büyülendi. Küçücük yaşında onu etkisi altına alan büyülü fener, geleceğini de belirledi. 12 yaşına geldiğinde sinema yapmayı kafasına koydu. Ahvaz’da kitap ya da kültürel kaynaklara erişim zordu. Soltani, ailesinin desteğiyle edindiği kitapları okudu, setar çalmayı öğrendi.
Neden setar denilince şu yanıtı verdi: “14 yaşındayken Daryuş Mehrcuyi’nin Hamoun filmini izlemiştim. Filmde bir kız setar çalıyordu. Filmden çok etkilendim. O dönem Ahvaz’da herhangi bir kültürel mekan yoktu. Arkadaşlarımla evlerde toplanır, Sohrap Seperi’nin şiirlerini okur, film izlerdik. Böyle bir ortamda setar çalmaya karar verdim ve öğrendim.” Lise eğitimini üstün zekâlı öğrenciler okulunda tamamladı. Ailesi doktor olmasını beklerken -ki İran’da babası doktor olan çocukların doktor ya da mühendis olma geleneği vardı- radikal bir karar alarak sanat okumaya karar verdi. Önce tekstil tasarımı okudu sonra da Kanada’daki Vancouver Film Okulu’nda sinema eğitimi aldı. Ailesi doktor olmayıp sanata yöneldiği için kendisine rıza göstermese de ekonomik olarak eğitim hayatı boyunca onu destekledi.
“Filmlerim benim dünyamı ve dünya görüşümü yansıtıyor” diyen Soltani, İran’daki teokratik sansür yasaları nedeniyle başı açık bir kadını kayda alıp halkın seyrine sunamadı. Filmini yapabilmek için Entezami’nin hediye ettiği Hafız’ın Divanı kitabını da yanına alarak İstanbul’a geldi. Parva adlı, kadını merkezine koyan bir film yapmayı planladığını anlatan genç kadın yönetmen hayallerinin peşinden gitmekte kararlı.
ENTEZAMİ’NİN BÜYÜSÜ
İran’ın önde gelen oyuncularından Ezzatolah Entezami, Mavi Eşarp filmiyle Soltani’nin dünyasında önemli bir yer edinmişti, böyle büyük bir oyuncunun belgeseli yapılmalıydı. Ahvaz’da düzenlenen bir tiyatro festivalinde oyuncuyla tanıştı. Bu arkadaşlık Ghazaleh’in hayranlığını daha da güçlendirdi. Oyuncuya belgesel fikrini açtı, İran’ın film dergilerinden röportajlarını aldı, fotoğraflarını topladı ve bir arşiv oluşturdu. Entezami’nin ‘belgeseli beğenmezse gösterime sokmayacağı’ şartını kabul ederek belgeseli ve kitabını hazırlamaya koyuldu. Sonuç, Entezami’yi memnun etmişti. …And The Blue Sky adlı belgesel film 2009’da Tahran’daki 8 sinemada 1.5 ay gösterimde kaldı.
Halk, Entezamini’nin hayatının Ghazaleh’in ruh ve zihin dünyasından süzülerek yansıtıldığı filme yoğun ilgi gösterdi. Genç yönetmen bu deneyimi şu sözlerle anlattı: “Entezami, belgeselinin yapılmasını istemiyordu. Ben de ilk kez böyle ciddi bir iş yapacaktım ve çok heyecanlıydım. Entezami’nin evindeki tüm evrakları ve arşivi tasnif ettim. İran tiyatro ve sinemasının anılarını, tarihini düzenlemek yıllar aldı. Bu nedenle Entezami’nin tiyatro ve sinema hayatına benim kadar hâkim olan bir başkasının olduğunu sanmıyorum. Bu çalışmam filmin yapımında ve kitabın yazılmasında bana çok yardımcı oldu. Entezami’nin besteci oğlu Majid filmin müziklerini yaptı. Çok iyi bir tecrübeydi.”
ÖLÜM VE YAŞAM DİKOTOMİSİ
Yedinci sanatın hücrelerine işlediğini hisseden kadın yönetmen, Tahran Sanat Üniversitesi’nde yabancı edebiyattan İran sinemasına uyarlamalar hakkında yüksek lisans tezini tamamladı. Eğitim hayatı film yapmakla, teorik eğitimi pratikle birlikte ilerliyordu. 2012’de These Narrow Alleys (Sokaklar Dardır) kısa filmini İran’da çekti. Kadrajını üç karakter ve sade bir mizansenle oluşturduğu aileye çevirdi. Anne bebeğini emzirirken genç bir adam bodrum katta hayatına son veriyordu. Adeta yaratılan bilinçli muğlaklık Heisenberg’in Belirsizlik İlkesi’yle şekillenerek yaşamla ölüm, umutla umutsuzluk temsilleri iç içe geçiyordu.
Seyircinin anlama arzusu, hakikat ya da gerçekliğe ilişkin yaratılan belirsizlikle kışkırtılıyordu. Film diyalogsuz, renkler kapkaranlık yalnızca bebeğin yüzü ışıl ışıldı. Adam bodrum kata ilerlerken bebek de annesinin memesine yaklaşarak paralel kurguyla çatışmanın anlam aktarımı güçleniyordu. Hayatın sinemasal düzlemde bir mikro kozmosu bu filmle seyirciye ulaştı. Soltani filmini, “Senaryoyu bir şiir üzerinden oluşturdum. Filmde bir çelişkiyi, ölümden ziyade hayatta her zaman bir doğurganlığın, umudun olduğunu anlatmak istedim. Her ne kadar hayatta ölüm varsa yaşam da bir yandan akıyor. Filme diyalog, karakterlere isim koymak filmin şiirselliğini engelleyebilirdi. Mizansenin sadeliğinin de şiirselliğe katkı sunduğunu düşünüyorum” sözleriyle anlattı.
HALKLAR KANDIRILIYOR
Soltani, Futile Garden (Yapraksız Bahçe) adlı kısa filmini Mohammad Keşavarz’in ‘Su Diyorum, Su Diyorsun, Su Diyor’ adlı öyküsünü komünist şair Mehdi Ehevan Salis’in dizeleriyle birleştirerek sinemaya uyarladı. 1940’larda Şah Rıza Pehlevi’nin ülkeden ayrılmasıyla baskı rejimi de kısa süreliğine sona ermiş, bu kısmen özgür ortamda 1941’de Marksist Tudeh Partisi kurulmuştu. Partinin bir üyesi de şair Salis’ti. Sosyal temalı şiirleriyle tanınan modernist şair, Yapraksız Bahçe eserinde o dönem İran’ın siyasi ve toplumsal olaylarını ele almıştı. Salis, şiirle köken bağı olan İran toplumuna lirik yolla devrim çağrısı yapıyordu. Bu derin bağları 2015’te çektiği kısa filmine taşıyan Soltani, seyirciye İran halkının günümüzde hayallerle kandırıldığını, oyalandığını gösterdi.
Soltani filmini şöyle özetledi: “Filmde büyük bir olay var. Bir aile kendilerine sığınacak bir yer, bir toprak parçası arıyor. Per perişan ulaştıkları Tahran’da bir dolandırıcı tarafından ev vaadiyle kandırılıyor ve tüm paralarını kaybediyorlar. Sonuçta hiçbir şey elde edemiyorlar. Birileri tıpkı filmdeki gibi topluma hayal satıyor; hiç gerçekleşmeyecek şeylerle insanları oyalıyor. İran’da yaşananların benzerinin Türkiye’de de yaşandığını düşünüyorum. Özellikle göçmenlere büyük vaatlerde bulunuyorlar. İş bulup, sitede yaşayacakları, daha iyi koşullarda bir hayata sahip olacaklarını söylüyorlar. Bunların hepsi hayalden ibaret.” Soltani bu filmiyle İsveç’in YARI Film Festivali’nden En İyi Yönetmen Ödülü ile Fransa’daki Clermont-Ferrand Kısa Film Festivali’nden Gençlik Ödülü kazandı.