Hava sıcak, güneş ışınları derimizde görünmez yaralar açıyor, yağmur taneleri de toprakta. Canlıları, nesneleri, yani bedenleri kuşatan, içerisini dışarıdan ayıran çeperler, deriler sürekli dışarısının kuvvetlerine maruz kalıyor; doğa ara yüzeylerin, derilerin üzerine kendince yazılar yazıyor, derin yaralar açıyor.
 
Ana rahminden çıktığımızda derimiz lekesiz bir yüzeyi andırıyordu adeta. Parmak izi gibi doğuştan gelen izler dışında üzerinde hiçbir iz, çizik taşımayan parlak bir yüzey olarak atılmadık mı dünyaya? Yeryüzü yolculuğu sırasında tıpkı bir teknenin karinası gibi geçtiğimiz suların canlıları yapıştı üzerimize, çarpıştığımız tekneler yaralar açtı bünyemizde, oturduğumuz kayalıkların çizikleri bir bellek gibi kazındı derimize. Herkes kendi geçmişini bir arşiv gibi derisinde biriktirir. Deri yaşadıkça kıvrımlaşır, yaralar, izler çoğalır; yaşanmışlığın kıvrımlarında deneyimler tortulaşır.
 
Bir kılıf olarak yüzeyi kaplayan derideki bu çizikler, yaralar dünyaya açılmanın, dünyada olmanın göstergeleridir. Henüz kurumamış, kabuk bağlamamış taze yaralardan, çatlaklardan içeri sızar dünya ya da dünyaya sızar içerisi. Kabuğu, kılıfı  parçalamak acı dolu bir deneyimdir, bir yılanın deri değiştirmesi gibi, yaralarımızla durmadan değiştiririz derimizi; yeni yaralarla arşivimizi güncelleriz durmadan. Yaralar yaşanmışlığımızdır, kimliğimizdir, üstelik parmak izinden çok daha gerçek bir kimlik. Parmak izi biz istesek de istemesek de kadim geçmişin genetik yükünü  yükler omuzlarımıza; değiştiremeyeceğimiz ve taşımak zorunda olduğumuz bir yük. Oysa biz yaşarken, yeryüzü yolculuğumuz sırasında dış kuvvetlerin yarattığı ya da dövme, piercing, dağlama gibi kendi isteğimizle derimizde açtığımız yaralarla durmadan inşa edilir kimliğimiz. Kirli bir yüzey olarak deri giderek daha fazla kire bulaşır, artık bize yüklenen ve durmadan kökenlere gönderme yapan parmak izinin esamisi okunmaz burada. Derimiz her türlü kökenin, derinliğin kaybolduğu bir yüzeye dönüşür. Kökenlere, köklere gönderme yapan parmak izinin ağacı kökünden sökülür ve derideki yaralar yatay bir düzlemde birbirilerine ve başka bedenlerin yaralarına bağlanarak devasa bir rizom-beden ya da rizom-bellek oluşturur. Herkes yaralıdır çünkü.
 
‘Bağbozumları’ kitabında söz etmiştik, Fransız Devrimi sırasında örgütlenmeye çalışan terzi kalfalarından. Örgütlenmek için Louvre’un karşısındaki çimenlikte bir araya gelecektir kalfalar. O zamanlar matbu bir kimlik kartı olmadığına göre nasıl tanıyacaklardır birbirlerini? Aralarına ajan sızmasını önlemek, terzi kimliklerini kanıtlamak için iğnelerle delik deşik olmuş parmak uçlarını gösterirler birbirlerine. Çimenlikteki ayrık otları gibi terzi kalfalarını da birbirine yaraları bağlar, yaralarıyla örgütlenirler.
 
Oysa iktidar, parmak izi ya da avuç içindeki izleri gibi doğuştan gelen ve sürekli kökenlere gönderme yapan sabit göstergeler üzerinden sınıflandırmaya çalışıyor bizleri. Geçmişimizin ve geleceğimiz kazındığını düşündüğü  sabit beden işaretlerinden falımıza bakıyor. 1 Temmuz'dan itibaren özel hastanelerde ve üniversite hastanelerinde avuç içi yöntemi ile kimlik doğrulaması yapılacağına dair haberler yer aldı  basında. İktidar bir taraftan kökenlere işaret eden sabit göstergelere tutunmaya çalışırken, bizi birbirimize, kente, doğaya bağlayan yaraları silmeye, bedenlerin belleğini yıkmaya çabalıyor. Bedensel ve kentsel dönüşüm projeleriyle, bedenleri birbirine bağlayan ve deneyimlerin tortulaştığı yaraların kıvrımlarını  düzleştirmek için estetik operasyonlara girişiyor. Yarasız ve belleksiz parlak yüzeyler yaratma girişimi. Yaşamak yaralanmaktır halbuki.
 
Belçikalı sanatçı Berlinde de Bruyckere’nin “Yara” başlığını taşıyan Arter’deki sergisinden çıktığımda bir kez daha yaralandığımı hissettim oysa. Üstelik bu yara yazısını yazacak kadar yaralamıştı sergi beni. Katalog yazısını kaleme alan Selen Ansen “yara motifiyle cisimleştirilen ve simgeleştirilen açıklık”tan söz ediyor: “Bu açıklık, kabukların opaklığını bozan ve içi dışa taşırarak biçimlerin ortaya çıkışını sağlayan bir hareket.” Parmak ya da avuç içi izlerinin sabit göstergeleri değil, yaralarımız birbirine bağlıyor bizleri; yeni biçimler, örgütlenmeler bu yaralardan çıkıyor yüzeye. ‘Kimlikler’ diye sorulduğunda, yaralarımızı gösterelim.
 
Not: Berlinde De Bruyckere’nin “Yara” başlığını taşıyan sergisi, 26 Ağustos’a kadar İstiklal Caddesi Arter’de izlenebilir.